Gün doğmadan yollara düşüyor, gün boyu çalışıyor, güneş ışığını görmeden akşamın karanlığı ile evlere giriyoruz.
Hasta oluyoruz, çalışıyoruz. Derdimiz tasamız oluyor, durup onlara vakit ayıramıyoruz, çalışıyoruz. Sevdiklerimize vakit ayırmak istiyoruz, yorgunluktan bitap düşmüş halde çalışmadığımız o dar vakitlerde gözümüzü açamıyoruz.
Bir başka şehri görmek, o şehirde rahatça gezmek, o şehre dair bir lezzeti fiyatının ne olduğunu düşünmeden yemek, zaruri ihtiyaçların dışında sadece rengini, şeklini beğendiğimiz için üst baş almak yılda bir kez ya mümkün oluyor ya olmuyor.
Emekçiler her gün yanından yöresinden geçtiği o uçsuz bucaksız denizlerin tadını çıkaramıyor, her taşına alın teri bulaşmış şehrin bazı semtlerine adım dahi atamıyor. Bu ülkenin ve tüm dünyanın sahipleri, onlara tanınan asgari yaşam alanında hayatlarını sürdürmeye zorlanıyor. Hayata dair her zevkin, tadın en asgarisi ile yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Oysa bizim damağımız da müsait ejder meyvelerinin tadını ayırt etmeye ama ne mümkün. Bu düzende meyvelerin olgunu, denizlerin berrağı, aşkların para pul kaygısı olmadan doya doya yaşanması hep zenginlere. Emekçilere geçim derdi, tanzim kuyruğu.
Ama yetmiyor. Bu rezalet düzen ve onun koruyucuları emekçinin kanını emmeye doymuyor. Elimizdeki pek az hakkımıza da göz dikmiş durumdalar. Meclise 11. Kalkınma Planı geldi, görüşüldü. Bu kalkınma planına göre emekçilerin kıdem tazminatı gasp edilirse ülke kalkınırmış. Ülkenin tüm birikimlerini inşaata gömen, yandaşlara dağıtan, tüm halkın iliğini sömürmek pahasına akraba doyuran emekçiler değil. Kötü giden ekonomiden emekçiler sorumlu değil. Öyleyse nasıl oluyor da ülkenin kalkınması emekçilerin kıdem tazminatına bağlı oluyor?
Uzun zamandır bunun peşindeler. Patron örgütleriyle defalarca toplantı yaptılar, buna hazırlandılar. Şimdi de 11. Kalkınma Planı ile meclise taşıdılar. Kalkınma Planı’nın baştan aşağıya bir rezalet ve batık ekonominin bir itirafı olduğu gerçeklerine değinmeyeceğim. Spesifik olarak kıdem tazminatına yönelik saldırıyı inceleyeceğiz.
Ne yapmak istiyorlar tam olarak? Kıdem tazminatı için bir fon kurulacakmış, patron kıdemi bu fona yatıracakmış. Sonra emekçiler en iyi ihtimalle 15 yıl sonra o parayı almaya hak kazanacak. O da ev almaya kalkarsa. Diğer türlü emekli olunca alabilecek kıdemini. Şimdi nasıl oluyor peki? İşyerinde çalıştığımız her yıl için kıdem tazminatı hakkı kazanıyoruz. Diyelim ki 10 yıl bir iş yerinde çalıştınız ve işten kovuldunuz. Bu durumda işveren size kıdem ödemek zorunda. Böylece hiç beklemediğiniz o işsizlik halinde bir garantiniz oluyor. Zaten kıdemden başka birşey olmuyor ki elimizde işten çıkarıldığımızda. Maaşları bugün alıyoruz, yarın kredi, kira, fatura... derken hiçbir şey kalmıyor. Karın tokluğuna çalışıyoruz benzetmesi abartı değil. Karnımız doyuyor o kadar. 2 lira dahi kenara atamıyoruz. Bu yüzden kıdem çok önemli. Güvencemiz.
Bu güvenceye saldırırken gayet pişkinler. Halkın menfaatini savunmak üzere mecliste olduğunu iddia eden vekiller aracılığıyla emek verenlerin hakkını gasp etmenin yasal zeminini oluşturmak istiyorlar. Perşembe günü (18 Temmuz 2019) adı kalkınma planı olan rezalet tartışılırken demokratlık iddiasındaki milletvekillerinden kimse sesini dahi çıkarmadı. Ana muhalefete gelirsek bu konuda muhalefet değil zaten. Onlar da kalkınma planında işçilerin aleyhine bir zarar görmüyor. Onlara göre de emek verenlerin hakları gasp edilebilir. Sermaye ile bu konuda ilkesel bir ayrılıkları yok. Tek dertleri planda neden AB yok. Biz soruyoruz, neden gündemleriniz arasında hiç işçiler yok? Sesleri çıkmıyor ve birlik oluyorlar. Emek verenlerin oylarıyla o meclise girenler, “demokrasi anlatanlar” ve hatta işçi sınıfı davasına baş koyduk diyenlerden tek gerçek bir argümanla bir itiraz duyamadık. Acı gerçeğimiz maalesef ki budur. Tüm emek verenler de bu gerçeği görmelidir.
Şimdi 11. Kalkınma Planı kabul edildi. Bu çerçevede, işçi düşmanı adımlar hızlanacak. Henüz bir yasa geçiremedi AKP Meclis'ten. Bu plan, amaçlarını açıkladığı ve meclisten destek aldığı için önemli. Meclis desteği ile şimdi, kıdemin gaspını yasalaştırma telaşına düşecekler.
Bakın burası çok önemli! Yasalaştırabilecek mi? Mümkün. Eğer işçi sınıfı bu dağınık halde kalmaya devam ederse, emek verenler hakları için bir araya gelmeyi başaramazsa mümkün ama tersi de mümkün. O içi geçmiş sendikacıların yerine gerçek emek verenler geçerse sendikalar bu mücadelede bir araç olabilir. Şimdi kıdemsiz işten çıkarmaların önu açılmaya başlayacak. Bunun yaşandığı her fabrikada işçiler direniş örgütlerse mümkün. Bu direnişler kendi sektöründe, kendi fabrikasında kalmaz da yayılırsa mümkün.
İşçilere dünyanın her yerinde hep kapitalizmin ve kapitalistlerin kazanacağı anlatılıyor. Bu bir gerçeklik değil. Tarih sahnesinde savaş devam ediyor. Emek verenler ile emek verenleri sömüren arasındaki savaş da öyle. Ancak bu kapitalist temennisi -hep kazanacağız temennisi- o kadar sık tekrar ediliyor ki bunu gerçek bilelim istiyorlar. Umutsuzluk öyle çok yayılıyor ki içimizde fırtınalar koparken sesimizi çıkarmaya motivasyon bulamayalım istiyorlar.
Bir araya gelelim, umduklarını bulamasınlar. Güneşin, suyun, oksijenin hepimize ait olduğu günler için mücadele edelim. Kıdem bugün budur: Gelecek eşit ve berrak günlerin kapısını aralayacak adımdır. Bu en ağır saldırıya en net cevaptır, emek verenlerin cevabı. Bu çiyanlara birlikte cevap verelim, o kapıyı birlikte aralayalım.