Hayattaki neredeyse hiçbir tattan lezzet almayı beceremeyen, çocukları, doğayı, kendi yaşamından başkasının yaşamını sevmeyen, tanımayan; tamahkar, rantçı, gözünü para bürümüş bir iktidar var karşımızda. O yüzden ormanları keserken ve adaları betona boğarken bir an tereddüt etmiyor. Şehrin ortasındaki parkla, denizin ortasındaki ada arasında hiçbir fark yok onun için. Yeter ki cebi para görsün. Kesmek mi lazım ağaçları, kesilir. Tarihi binaları yıkmak mı lazım, yıkılır. Önüne bir engel çıkmadığı sürece geçtiği her yeri talan etmek de bir beis görmez.

Ama öyle olmuyor işte. Önüne engeller çıkıyor. Bazen meydanları dolduran koskoca bir halk, bazen hiç beklemediği yerden gelen bir ses. Hükmün altına aldığın, baskıladığın, korkuttuğun, asla sana karşı gelinmeyeceğini düşündüğün yerden gelen bir cılız ses.

Bu sesin sahibi her ne kadar bu tamahkar canavara hoş görünmek için kırk takla atsa da içindeki insaniyeti öldürmemiş. Yassıada'nın o içler acısı halini görünce yüreği cız etmiş. Gayet de insani bir refleksle “Ne yaslı adası be, canına okumuşsun” diyor Erdoğan'a. Biraz yaratılan korku ikliminden, biraz kişisel kaypaklığından ötürü “Erdoğan'a demedim” diyor ama biliyoruz ki sözlerin muhatabı Erdoğan.

 

AKP iktidarının yegane koruyucularından biri yıllar yılı havuz medyası oldu. Şimdi havuz medyası dahi yıldı bu ikiyüzlülükten. Ülkedeki her rezaletin altında imzan olsun ama hiçbirinde iğne ucu kadar sorumluluk üstlenme! Ne ala! Bir yerde bir refleks çıkıyor karşısına, istemsiz de olsa.

 

AKP'nin satın aldığı, tamamen kontrol ettiğini düşündüğü havuz medyasından çıkan tek ses bu istemsiz ses de değil üstelik. AKP'yi ve icraatlarını net bir şekilde eleştiren başka havuz medyası sakinleri de var artık. Örneğin İbrahim Kahveci, 3. Havalimanı rezaletini döndü sordu ya da Habertürk spikeri Didem Arslan, Binali Yıldırım'ı İmamoğlu ile ortak yayına davet ederek AKP cephesini zora düşüren bir tartışmayı ateşledi ve geri çekilmedi bu tartışmada. Hala ısrarcı. Bu da bir şey mi, demeyin. Bu da bir şey. Yıllar yılı AKP'li yöneticilerin karşısında el pençe divan duranları gördükten sonra bu da bir şey.

 

AKP'nin bir düşüşe geçtiği herkesçe malum. Bu düşüşte AKP'nin ayyuka çıkan tutarsızlığının payı var ki tutarsızlık halka söyledikleri yalanları ifade etmek için çok naif bir kelime. Ellerine yüzlerine bulaştırdıkları bir Ortadoğu liderlikleri var. Bu Ortadoğu liderliği oyununu kaybettiğinin açık kanıtı olan savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriye halkı her köşede, her mahallede. Rezil ettikleri bir ekonomi var. Bu düşüşün içinde halkın canına tak demişlik var. Halkın canına tak demiş, yetmemiş o kadar ki kalemlerini satanların da canına tak deme aşamasına gelmişiz.

 

Bugüne kadar AKP'nin her yanlışını, hatasını, eksiğini kapatmayı görev edinenlerdi bunlar. Şimdi bu değişikliği neye yormalıyız? Tövbe mi ettiler, bir anda gerçekleri mi gördüler? Hayır. Nasıl ki düşüşte olan bir AKP varsa nispeten yükselişte olan bir muhalefet de var. Esasen hiç gazetecilik yapmayıp, hep iktidar yalakalığı yapan birçok haberci müsveddesi kendine alan açma peşinde. Olası bir değişiklikte yamanacakları yerle, şimdiden bir yakınlık kurmaları gerek. Bu değişimin iyi yanı şu: Karşımızdakiler öyle iddia ettikleri gibi bir davaya inananlar değil. Çıkarları çerçevesinde bir araya gelenler. Elbette, dağılmaları da bir gerçek kaybedişe bakar. AKP ile ilişkileri bu tablonun bir adım ötesine geçmez.

 

AKP yakın zamanda sadece büyük şehirleri kaybetmedi, birçok seçmenini, birçok taraftarını, yandaşını da kaybetti. Ve görünen o ki yandaş medyadan da sokaktan da bu sesler; bu cılız ama tiz sesler yükselmeye devam edecek. AKP ise kaybetmeye devam edecek.