Teknoloji hızla ilerliyor, ülkeler arası rekabet giderek artıyor. Son zamanlarda dünyanın emperyal gücü olma yarışında ABD’ye karşı yükselen rakibi Çin ile arasındaki ticaret savaşlarına şahit olmaya başladık. Çünkü bir zamanlar kötü anlamında kullandığımız “Çin malı” teknoloji ürünleri şimdi öncü duruma geçtiler. Örneğin dünyanın en büyük telekomünikasyon ekipmanı üreticisi olan Çin’in en önemli şirketi Huawei, 5G altyapısının önde gelen sağlayıcılarından. ABD ise böyle bir teknolojiyi “güvenlik tehdidi” olarak görüyor, çeşitli kısıtlamalar getiriyor, ülkesinde kullanılmasını yasaklıyor.

 

ABD ve Çin arasındaki rekabet süreci, ithal edilen ürünlere karşılıklı gümrük vergisi koymalarıyla başladı. Aralık ayında ABD Başkanı Donald Trump ile Çin Cumhurbaşkanı Şi Cinping, Arjantin'deki G20 zirvesinde bu konuyu görüşmek üzere bir araya geldiklerinde Kanada polisi de Huawei'nin CFO'su Meng Şizhou'yu tutukluyordu. Ardından ABD, 5G teknolojisinde “güvenilmeyen servis sağlayıcısı” olarak nitelendirdiği ülkelerle veri paylaşımını durdurabileceğini söyledi. Bu doğrultuda Huawei'yi bir "ulusal güvenlik tehdit" olarak ilan eden ABD, ülkesinde kullanımını yasakladı. Ardından önce Google, sonra Microsoft Huawei'nin yeni model telefonlarında Android işletim sisteminin güncellenmeyeceğini duyurdu. ABD’nin Huawei teknolojisine yönelik kısıtlamaya 90 günlük erteleme getirmesi ise sanıldığı gibi yumuşadığının göstergesi değil. Uzatılan bu süre içerisinde, Huawei ile anlaşma yapan şirketlerin başka telekomünikasyon şirketleri ile anlaşma yapmaları için imkan tanımış oldu.

 

Huawei güvenlik tehditi olduğu için mi kısıtlandı?

 

ABD, bugün Huawei şirketinin kendi ülkesindeki satışını kısıtlamasının sebebi olarak Çinli şirketlerin özel hayatın gizliliğine dair düzenlemelere tabi olmadıklarını söylüyor. Yani Çin’in teknoloji şirketinden diğer ülkelerde elde ettiği bilgileri vermesini talep etmesi halinde şirketin de bu bilgileri vermek zorunda kalacağını savunuyorlar. Ren Zhengfei ise Huawei'nin özel bir şirket olduğunu ve Çin devleti ile tek ilişkisinin vergi ödemek olduğunu belirtiyor. Elbette hiçbir devlet kendisinin denetleyemeyeceği teknolojik gelişmelerin, yazılımların, uygulamaların ülkesinde yayılmasına izin vermez. Buna karşı önlemini alır, kısıtlamalar getirir. Ancak belirtmek gerekir ki cihazları üreten şirketler, cep telefonu operatörleri tarafından kolaylıkla fark edileceği için bu yönteme başvurmayı tercih etmezler. Ayrıca güvenlik açıkları her 5G teknolojisi için geçerli bir durumken ABD’nin bu suçlamasındaki delil yetersizliği bu iddiaları gerçek kılmıyor. Huawei şirketi Çin hükümetiyle kurduğu yakın ilişkilerden dolayı böyle bir suçlamayla karşı karşıya bırakılmış oldu. Yani ABD ve Avrupa ülkelerinin kaygısı Huawei ürünleri değil Çin.

 

Amerika’da kaygı yaratan etkenlerden biri Çin savunma teknolojilerinin gelişme hızı: Özellikle yapay zeka, haberleşme, bilişim savaşları ve şifreleme alanlarında attığı adımlar. Ulusal Bilim Vakfı’nın raporuna göre Çin’deki bu teknolojik gelişmeler kimi zaman ABD’yi yakalıyor, kimi zaman da geçiyor. Uzaya ilk kuantum iletişim uydusunu gönderen Çin, gelecekte ayda bir üs kurma çalışmalarında da öne geçiyor. Klonlama, embriyo ve kök hücre, virüs araştırmalarında hızla batıyı yakalıyor ve kimi alanlarda öne geçiyor. Yapay zekada, savunma ve izleme alanında neredeyse lider durumda. Diğer ülkelerden farklı olarak en çok yatırımı eğitime yapan Çin, Batı’nın önde gelen üniversiteleriyle eşit olanaklar sağlıyor, araştırmalara daha fazla kaynak ayırıyor.

 

Afrika, yeni bir emperyalist müdahaleyle mi karşı karşıya?

 

ABD ve Avrupa ülkeleri için tehdit unsuru olan bir diğer etken ise teknolojik gelişmeyle beraber Çin’in gelişmiş küreselleşme sürecinde kendi gereksinimlerine göre ilerlemeye başlamasıydı.

 

Dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin ciddi oranda ham madde ve metale ihtiyaç duyuyor. Büyüyen ekonomisinin devam edebilmesi ve teknolojilerinde kullandığı değerli minerallerde, enerji mallarında ithalat gereksinimlerinin güvence altına alması gerekiyor. Bu yüzden Ortadoğu'da, Doğu Avrupa'da ve Latin Amerika'da kendine yeni etki alanları açmaya başladı. Ardından doğal ve mineral kaynakları bakımından son derece zengin Afrika’ya göz dikmesi ile ABD ve Avrupa'da stratejik alarm zilleri çalmaya başladı.

 

Afrika, dünyadaki platin ve kobaltın yüzde 90’ına, altının yüzde 50’sine, uranyumun yüzde 35’ine ve manganezin yüzde 33’üne sahip. Aynı zamanda elektrikli araç ve cep telefonları için vazgeçilmez bir madde olan koltanın yüzde 75’i Afrika’da bulunuyor.

 

Çin’in 2003 yılında Afrika ile ticareti 20 - 30 milyar dolar bandında yer alırken 2014’te bu rakam 200 milyar dolara çıktı, 2017’de ise yaklaşık 230 milyar dolara yükseldi. Çin’in 2000 - 2017 yılları arasında Afrika ülkelerine verdiği borç miktarı 90 milyar dolar. Bu borç verileri, Çin’i Afrika’nın en büyük kreditörü yapıyor. McKinsey & Company 2017 Raporu’na göre Afrika’da faaliyet yürüten Çinli firma sayısı 10 binin üzerinde.

 

Çin'in Afrika ülkelerine altyapı projelerini finanse etmeleri için bolca verdiği krediler ve olası sonuçları, İngiltere'de The Daily Telegraph, Almanya'da Der Spiegel gibi yayınların araştırmalarında, zaman zaman "yeni sömürgecilik" olarak nitelenen ilişkiler olarak çokça tartışılıyor.

 

Trump politikasının Çin'e yüz milyarlarca dolara mal olduğu düşünülüyor. ABD ise Çin'in elindeki ile rekabet edebilecek mali kaynaklardan yoksun. Ayrıca ABD’nin Huawei şirketine yönelik getirilen kısıtlamalarla 74 bin iş tehlikeye girdi ve bu durum Amerikan şirketlerini 56,3 milyar dolarlık bir kayba uğratabilir.

 

Günümüze Huawei örneğiyle düşen tüm bu gelişmeler, akıl dışı yasaklamalar dünyada emperyalist güç olma yarışında olan ülkelerin rekabetinin sonucudur. Bu sonuç halkın teknolojik gelişmeyle beraber bilimden yoksun bırakılmasına, halkın daha çok borçlanmasına yol açmaktan öteye gitmiyor. Afrika ülkeleri gibi doğal kaynaklarıyla zengin ama halkı bu kaynaklara ulaşmaktan yoksun bırakarak yoksullaştıran bu sistemden başka bir sonuç beklenemez. Daha şimdiden milyarlarca dolarlık zarara uğratan emperyalist egemen sınıfların bu ticaret savaşının sonucunda kazanan bir ülkenin halkı, halkları olmayacak.