“Sanat, sanat için midir, toplum için midir?” tartışması yeni bir boyut kazanmış durumda. Şimdi ortada yeni bir soru var: Sanat, iktidar için midir?

Bu tartışmayı bu kadar belirgin bir şekilde açan AKP iktidarı. 17 yıllık iktidarları boyunca sanatın her türünden, her fırsatta istedikleri gibi faydalanlanmak için muazzam bir çaba gösterdiler. Sanatçılarla iftar yemekleri, toplantılar, birlikte seçim mitingine çıkmalar… İyi kötü bugüne kadar faydalandılar bu konudan. Elleri ilk kez sanat ve sanatçılar konusunda bu kadar dara düştü. Siyasi yaşamının en kritik aşamalarını okuduğu bir şiirle şekillendirmiş Erdoğan için bu durum beklenmedik oldu. Sanatçılara tehditler başladı. "Vaktiyle size şöyle yardımımız dokunmuştu, böyle şu işinizi halletmiştik" diyerek maziyi hatırlatmaya, bu yolla esasen "bundan sonra bu işleri halletmeyiz" demeye başladılar. Erdoğan gibi iktidarı için halkları savaşa ve ölüme sürüklemiş biri için bu ne ki?

Yine de bu öfkenin sebebi incelenmeye değer. Niteliği ne olursa olsun en nihayetinde toplumlar için sanat önemli. Pahalılığın, işsizliğin, gelecek kaygısının arasında bu sanatçıların eserleri -beğenirsiniz beğenmezsiniz- birer dinlenme durağı. Hele de bugünlerde. Saatlerce ağır koşullarda ve çoğu zaman aşağılanarak çalışan, hakkı gasp edilen, ekonomik kriz gerçeği ile baş başa bırakılan halk için neredeyse tek eğlence eline telefonu aldığında açtığı dizisi, filmi. İnsanların üst üste binmek zorunda bırakıldığı o metrobüs yolculuklarını dayanılır kılan kulağındaki o şarkı. Dolayısıyla halkın sanatçılara sempati ile yaklaşması, onların fikirlerine değer vermesi kaçınılmaz.

Durumun böyle olduğunun Erdoğan çok farkında. Sanatın ve sanatçıların topluma yön vermede payı olduğunun bilincinde olduğundan, bundan olabildiğince faydalandı bugüne dek.

Çözüm sürecinde öne sürülen akil insanların en göze çarpanları sanatçılar oldu. Büyük rüyası Osmanlıcılığı yaymak istediğinde kullandığı diziler, filmler oldu. ABD'ye efelenmek istediğinde şiir okudu. Nazım'ın "Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan… Bu memleket bizim" dizelerini.

Evet ilginçtir ki Nazım'ın dizelerini. Solcu bir şairin. Kendi cenahlarından bir ismin değil. Çünkü sanatı toplumsal hegemonya aracı olarak kullanma çabaları çok ama kullanabilecekleri isimleri az. Genel olarak sağın kültür sığlığı, AKP'de zirveye çıkmış durumda. Sanatın hegemonya açısından öneminin farkındalar. Ancak ellerindeki enstrümanlarla gelebildikleri en ileri yer burasıydı. Tıkandı. Farkında olmaları daha ileri gitmelerinin önünü açmıyor, buna imkan vermiyor. Vermez de.

Sanat güzelliği, estetiği, hissetmeyi savunduğu kadar özgürlüğü de savunur. Bu sebepledir ki bu topraklarda adı kalmış olanlar özgürlüğünün peşine düşmüş olanlardır. Bolu Beyi'ne direnen Köroğlu, "Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir" diyen Dadaloğlu. Padişahın kesesinden sanat yapanların tek dizesi işlememiştir halkın kalbine. Bugün İmamoğlu'nun çağrısına uyan sanatçıların da motivasyonu aynı. Gasp edilmiş özgür seçim hakları için bir adım attılar. Attıkları adım dağları sarsacak bir adım değilse de AKP'nin motivasyonunu sarsacak bir adım.

Türkiye gibi apolitizasyonun çok yaygın şekilde propagandacılarının olduğu bir ülkede, uzun zaman sonra ilk kez kuvvetli bir dalga olarak sanatçılar "konuştu". Hiç susmayanlar yok muydu? Vardı, her dönem olduğu gibi bu dönemde de susmayan sanatçılar vardı. Ama elzem olan bu sesin halkın iradesini gasp edildiği şu dönemde gür çıkmasaydı, çıktı. Bunun karşısında yine AKP'nin öne sürebileceği sanatçıları yok. Nasıl ki okuyacakları bir şiirleri dahi yoksa, sırtlarını dayayacakları sanatçıları da yok. İş yine Erdoğan'a düştü. Ama Erdoğan'ın öfkeli tehditleri bu işi kotarmaz. Şu an yaşadıkları, yıllardır sanat meselesini ikiyüzlü bir şekilde ele almalarının en net sonucu. Sinemaları tekelleştir, muhalif oyuncuları hedef göster, tiyatrolara ödeneği kes, kadın sanatçıların giydikleri kıyafete kadar saldır sonra kalk destek bekle. Zor. Yanlarında duran bir iki sanatçı da öyle halkın itibar ettiği isimler değil. Çoğu AKP ile kendine bir gelir kapısı elde etmek isteyen, sanatçı derken on kere düşündüğümüz isimler. Özgecan Aslan cinayetinde, katili savunan Nihat Doğan gibi, bir damadına TRT'den diziler ayarlarken bir damadına Konyaaltı Plajı'nın ihalesini verdirip ardından Erdoğan'a methiyeler düzen Hülya Koçyiğit gibi.

Bundan evvel Erdoğan'ın iftar yemeklerine giden, boy boy fotoğraflarını  servis ettikleri sanatçılar da dikkat ederseniz yok ortada. O isimleri de tek tek incelediğimizde AKP'nin genel fikriyle temelde hiç bağdaşmayan isimler çıkıyor karşımıza. LGBTİ yürüyüşlerine katılan müzisyenler gibi. Gerçek fikri tüm renkleri yok etmek olan AKP ile yan yana daha ne kadar yürüyebilirlerdi bu insanlar? Yarattıkları kültür çölünün içine, başka topraklarda filiz vermiş çiçekleri ekemediler. Soldu.

Kadınların, gençlerin, LGBTİ'lerin, emek verenlerin özgürlüğünü her an yok saymayı, mutlak tahakküm düzenini oturtmayı amaç edinmiş AKP'nin içerisinde, özgürlüğe ekmek gibi su gibi ihtiyaç duyan sanat yeşermez. Yeşeremez. Oysa bugün gerçek sanatçıların en gericisi dahi sanatı için özgür bir alana ihtiyaç duyduğunu bilir. Bilmeyeni hisseder. İmamoğlu'nun seçimi kazanması ülkede boydan boya bir özgürlük bayrağını dalgalandırmayacak ama ülkede boydan boya otokrasi bayrağını dalgalandırmak isteyenlerin karşında bir set olacak. İşte bu sete ihtiyacı var sanatçıların. Halk için var, sanatlarını devam ettirebilmek için var. Bu yüzden açıklamaları bir tercih bile sayılmayabilir, bir zorunluluktur.

Genel olarak sağın, spesifik olarak AKP'nin içerisinde açan en güzel sanat çiçeği, kültür çiçeği kaktüsten hallice. Hiç kimse bir kaktüsler ülkesinde yaşamak istemiyor. Leylaklar koklamak istiyoruz. O leylakları koklamak için sanatçılara düşen de bir görev vardı. Bu görevi yerine getiriyorlar, çok da iyi yapıyorlar. Aksi takdirde bu sağcılığın karanlığı, bir kaktüsü bile bize çok görür.