Topluma müşteri gözü ile bakan AKP, 16 yıllık iktidarı boyunca “önce inşa et, insanlar gelecektir” yaklaşımı ile şehirlerde yeni rant alanları açtı. Şehir merkezlerinde ise kentsel dönüşüm projeleriyle yoksulları yaşam alanlarından uzaklaştırdılar. Şehir merkezlerinden uzak boş arazilere üniversiteler, şehir hastaneleri, gökdelenler, AVM’ler, üçüncü havalimanı, köprüler yaptılar. Tüm bu yatırımlardan geriye sadece ıssız yerleşme alanları, hayalet alışveriş merkezleri, kullanılmayan köprüler, asfalt üstüne asfalt dökülmüş yollar kaldı.

Önümüzdeki seçimlerle beraber, Cumhurbaşkanı Erdoğan 11 maddelik proje yayınlayarak önceliğin “akıllı şehirler ve kentsel dönüşüme” verileceğini açıkladı. Bu kentsel dönüşümler AKP’nin şehir merkezlerini ranta açarak kendi ellerinde tutma çabasından başka bir şey değil. Toplumun betondan daha fazla betona ihtiyacı yokken AKP’nin bu kentsel dönüşüm projeleri ile aslında amaçlanan neydi?

Şehre emek verenleri merkezinden uzaklaştıran kentsel dönüşüm süreçleri

Mülksüzleştirme ve yerinden etme süreci kapitalist kentsel dönüşüm süreçlerin çekirdeğini oluşturur. Merkezi ya da yerel yönetimler için bu kentsel dönüşümler, kentler adına özel sektörle yapılan işbirliği ile ekonomiyi canlandırmak için yeni bir çıkış noktası olmuştur. Yaratıcı yıkım yöntemi ile birbiri ardına gelen kentsel dönüşüm evreleri sonucu genellikle süreçten en çok etkilenenler yoksullar, şehre emek veren işçiler oldular. Paris ile başlayan, Marks’ın tabiriyle sömürünün tali biçimini oluşturan bu kentsel dönüşüm süreci daha sonra birçok ülkede gerçekleştirildi.

Daha 1872’lerde Engels Paris’teki kentsel dönüşüm sürecini şöyle tarif eder: “Büyük modern şehirlerde görülen büyüme, şehrin özellikle merkezi bir konumda bulunan arsalara suni ve akıl almaz bir değer artışı getiriyor. Üzerinde bulunan binalar ise değişen şartlarla uyumlu olmadığından değerini artırmak yerine aşağı çekiyor. Bu binalar yıkılarak yenileri yapılmakta. Özellikle merkezde bulunan ve kirasını artırmanın mümkün olmadığı işçi evleri için geçerli bir durum bu. Yıkılan binaların yerine dükkanlar, mağazalar ve kamu yapıları inşa edilmekte.

19. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa ile başlayan bu süreç, mevcut düşük gelirli nüfusu yerinden eden ve bu alanlara getirisi daha yüksek olan ofis, lüks konut, iş merkezi gibi yapılaşmaları öneren bu uygulamalar hala devam ediyor. Türkiye’de de 16 yıllık AKP iktidarı boyunca karşılaştığımız kentsel dönüşüm projeleri de bundan farksız değil. İstanbul’un merkezi Taksim’i ranta açma çabaları Gezi Direnişi ile askıya alınmış olsa da kentsel dönüşüm projeleri ile ülkenin birçok yerinde halk yaşam alanlarından uzaklaştırıldı.

Halkın yararına değil ranta dayalı hizmet

Şehir merkezlerindeki imara açık araziler tükendi ama AKP’nin rant politikalarını sürdürdü. ‘Halkın yararına hizmet’ diye lanse edilerek boş arazilerde yeni değerli kent arazileri yaratmak hedeflendi. Şehir merkezlerinden uzak, yerleşimin olmadığı alanlara üniversiteler kuruldu. Böylece hem şehir merkezlerinin politikleşmesinde etkin rol oynayan öğrenciler uzaklaştırıldı hem de daha önce hiç var olmayan yeni yerleşim yerleri ile ekonomi yeniden canlandırılmaya çalışıldı. Kuzey ormanları talan edilerek “dünyanın en büyük havaalanı” olan 3. Havalimanı inşa edildi. İnşaatı alan ve işleten firmaya yüzde 70 doluluk garantisi yani “hasta yatış garantisinin” verildiği, on binlerce metrekarelik büyüklükleri, binleri aşan hasta yatakları ile devasa bir sistem olan şehir hastaneleri kuruldu. Gelgelelim şehir hastanelerinin de 3. Havalimanı gibi ulaşım altyapısı yok. Üniversiteler kuruldu ama eğitime bütçenin ayrıldığı bir durum yok, birçoğu nitelikli ve bilimsel eğitimden yoksun. Çünkü bunların hiçbiri toplum yararına hizmet politikası ile gerçekleştirilen yatırımlar değil. Her biri topluma müşteri gözüyle yaklaşan AKP’nin AVM mantığında oluşturduğu yapılardan başka bir şey değil.

AKP’nin 16 yıllık icraatı: 2 milyar 350 milyon metrekarelik beton

AKP’nin 81 il için “icraatlar” adlı broşürüne baktığımızda, gerçekleştirdikleri uygulamaların beton ve asfalttan öteye gidemediğini görüyoruz. Kentlere yapılan kamu yatırımlarının dağılımına baktığımızda sadece TOKİ, İlbank ve Ulaştırma Bakanlığı harcamaları; eğitim, sağlık, adalet ve hatta enerjiye ayrılan paradan bile fazla. Buna göre toplamında beton ve asfalta giden harcamalar Ankara’daki bütün kamu harcamalarının yüzde 62’sini, İstanbul’da yüzde 70’ini, İzmir’de yüzde 49’unu, Van’da ise yüzde 48’ini oluşturuyor. Sadece bu dört kente ulaşım için 15 yılda 132 milyar TL para harcanmış, toplam 2 milyar 350 milyon metrekare betonlaştırılmış. Ankara’ya 5.4 milyon ton, İstanbul’a 3,4 milyon ton asfalt döküldü. Bu durum İstanbul’da ulaşım ve trafik sorununu çözmedi. İstanbul’un yeşil alanları talan edildi, halk borçlandırıldı.

AKP kamu kaynaklarını asfalta ve betona yatırırken belediyeler de aynı işi yaptı. Yani CHP’ye ait belediyelerde de durum çok farklı değil. Ankara kişi başına 991 kg asfalt dökmekle birinciyken İzmir’de de kişi başına 418 kg asfalt döküldü. Bu hali ile İzmir; Konya ve hatta İstanbul’a bile fark attı. Böyle bir yatırım eğer gerçekten ulaşıma harcansaydı, ücretsiz toplu ulaşımın kaynağı bile çıkardı.  

AKP beton ekonomisi ile iktidarına kaynak sağlamak isteyerek birçok alanı sattı ve özelleştirdi. İnşaat yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payı 2009-2017 döneminde ortalama yüzde 54’e, 2017’nin sonunda ise yüzde 57’ye ulaştı. 2002 yılında 1.25 milyon metrekare alanda bulunan AVM'ler yüzde 900'lük artışla 2017 yılında 11.2 milyon metrekareye yükseldi. İstanbul’da afet toplanma alanı olarak belirlenen 493 bölgeden 416’sında AVM, rezidans ve gökdelenler inşa edildi.

Engels’in de dediği gibi “gerçekte burjuvazinin konut sorununu çözmek için bildiği tek bir yol vardır; öyle bir çözümdür ki sorunu tekrar üretir.” AKP’nin inşaat sektörüne yatırdığı bu devasa yatırım sonucu; üretim azaldı, tıpkı ABD’nin 2008’de karşılaştığı Mortgage krizine benzer şekilde ülke krize sürüklendi.

16 yıldır neredeyse bütün yatırımlarını asfalta, betona, imar artışına yatıran AKP bu seçim döneminde de bu yatırımlarının devam edeceğini yineliyor. Bu yatırımlar artık halkı borçlandırmaktan da öteye gitmiyor. Halk kendisine müşteri gözüyle bakılan, yeşili yok eden rant ve çıkar odaklı bir beton siyasetini duymak istemiyor. AKP ülkede öyle bir beton yığını bıraktı ki şu an yeşilimizi koruyacağız demek boşuna. Seçimlerle beraber muhalefetin de sarf ettiği fidan dikeceğiz söylemleri ile de çözülmeyecek. Çünkü halk için değil kar odaklı bir politik yaklaşımla, bu zihniyetle betondan başka bir şey üretmek mümkün değil. Dolayısıyla AKP’nin ve diğer burjuva siyasetlerinin vadettikleri yeşil alanlar, göstermelik olmaktan öteye gitmeyecek. Hepsinin bu beton çılgınlığını sürdürecekleri bir gerçek.