Ocak ayında 43 kadın öldürüldü.

10 kadın kardeşimiz şüpheli bir şekilde öldürülürken 18 kadının neden öldürüldüğü tespit edilemedi, 13 kadın da kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü.

Şüpheli kadın ölümleri ne demektir?

Bir kadının yüksek binadan düşmüş bir şekilde ya da ateşli silah veya kesici aletle ölü bulunması, yol kenarında, ormanlık alanda ya da bir derede, gölde cansız bulunan kadınlardır. Bu şekilde ölü bulunan kadınların davaları ekseriyetle intihar, düşme, kaza, şaka süsü verilerek üzeri kapatılmaya çalışılıyor. Bu bahanelerle üzeri örtülmeye çalışılan birçok kadın cinayeti; kadın örgütlerinin, hukukçuların, bilim insanlarının, tüm kamuoyunun baskısı ile açığa çıkarılabildi. Fakat açığa çıkartabildiklerimizin, açığa çıkartamadıklarımızdan hala daha az olduğu kesindir. Kadınları öldürmüş ya da ölümüne sebep olmuş olabilecek erkeklerin var olması, şüpheli kadın ölümlerini açığa çıkartmamız için önemli bir imkandır. Biliyoruz ki şüpheli olan ama bilinmeyen suçlular ile birlikte bunları açığa çıkartmak daha zor olmakta, nice kadın faili meçhul kadın cinayetlerine kurban gitmektedir.

Bu anlamda yol alınabilmesi, gerçeklere bir kapı açılabilmesi için olay yerine giden polis memurlarına, delilleri toplayacak ve soruşturacak savcılara görevler düşmektedir. Öldürülen kadınların yakınlarına da her tür şüpheli durumun üzerine gitmeyi ve kadın örgütlerine başvurmayı tavsiye ediyoruz. Bunu söylerken çoğu kez seslerini duyurmak isteyen, adalet arayan aileler ve tanıdıklar olduğunu ve fakat bu sesin kamu kurumları ve görevlileri aracılığı ile bastırılmaya çalışıldığını da biliyoruz. Hep birlikte o adalet arayışının vücut bulmasını birçok araç ile sağlayabiliyoruz: Sosyal medya, yazılı ve sözlü basın, TV kanalları, mahkeme salonları ve adliye bahçeleri imkanlarımızdan birkaçı.

Gerçeğin açığa çıkması için görevliler ihmal ediyor ve kapatıyor ise adalet biziz susmayacağız.

Şüpheli kadın ölümleri olan ve sonra açığa çıkan kadın cinayetlerini, hem mücadele deneyimimiz hem de yakın zamanda yaşanmışlıklarla sizlerle paylaşalım.

Esin Güneş öldürüldü

Esin Güneş Siirt’te 25 yaşında iki çocuğu olan sınıf öğretmeniydi. Şiddet gördüğü için boşanma davası açmıştı. 24 Ağustos 2010 yılında eşi Güven Güneş ve bir taksici ile gittiği Kale’de, uçurumunun dibinde ölü bulundu. Güven Güneş ifadesinde hava almak için pikniğe gittiklerini ve ayağa kalkarken ayağının takıldığını ve düştüğünü söyledi. Dosya “kaza” denilerek kapatıldı. Ailenin Güven Güneş’ten şüphesi üzerine ve sundukları delillerle dosya yeniden açıldı. Esin’in annesi Fahriye Işık’ın Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na başvurusu ile birlikte Esin’in davası tüm kadınların davası oldu ve mücadeleye dönüştü. Adli Tıp Kurumu, raporunda diğer örneklerde de göreceğimiz üzere düşme veya itmeyi tıbben tespit etmek mümkün değil dedi. Duruşmalar sürerken Güven Güneş ve taksici üç yıl boyunca tutuksuz yargılandı. Kadınlar peşini bırakmadı; haber olmasını sağladık, Siirt’e davayı takip etmeye gittik, kamuoyu yarattık ki üstü kapatılmasın diye, avukatlar emek verdi. 10. duruşmada avukatların ODTÜ’den fizik raporu istemesi üzerine gerçek açığa çıktı: “24 Ağustos 2010 tarihinde, 16:30 sıralarında, Siirt ilinin Aydınlar ilçesi Kale mevkiinde meydana gelen, 1985 doğumlu Esin Güneş’in “Şüpheli Ölüm Olayı” ile ilgili olarak vardığımız sonuç, herhangi bir dış etki olmadan, ikinci zemini atlayıp üçüncü zemine düşmesi ihtimalinin neredeyse sıfır olduğudur.”

Esin Güneş’in şüpheli ölümünün kadın cinayeti olduğu ortaya çıktı. Gazetelere manşet olan rapor için yine diğer örneklerde de göreceğiniz üzere sanık avukatı “karalama kampanyası yapılıyor” dedi.  11. duruşmada katil tutuklandı. 2013 yılında katile, kasten öldürme suçundan müebbet hapis cezası verildi. Emsal teşkil edecek bir süreç işledi ve ailesi hep başka Esinler öldürülmesin dedi.

Özlem Selek öldürüldü

Özlem Selek Afyonkarahisar’da 25 yaşında 2 çocuklu ve 3 aylık hamileydi. Özlem, kocası tarafından darp edildi ve 5 gün sonra 26 Temmuz 2013’te beyin kanaması belirtisi ile hastaneye kaldırıldı, yaşamını yitirdi. Ailenin Platform’a başvurusu üzerine dava tüm kadınların davası oldu. Adli Tıp Kurumu raporlarına bakınız: Birinci raporda ölüm nedeni darp olarak belirtilirken ikinci ve üçüncü raporda ölüm nedeninin belirsiz olduğu söylendi. Yine şüpheli sanık tutuksuz yargılanıyordu. Platform daha önce hiçbir sağlık sorunu olmayan, hamileliği sebebi ile düzenli kontrol altında olan Özlem için mahkemede doktorların dinlenmesini istedi. 2016 yılında doktorun ifadesi ile; “Özlem Selek, darpa bağlı gelişen ödem nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Adli Tıp Raporu, bu sonuç konusunda eksik kalmıştır. Özlem Selek'in darp dışında doğal sebeplerle öldüğünü gösterecek hastalık geçmişi yoktur” davanın önü açılmış oldu. İnkar eden sanık yine, “Bir yandan Platform bir yandan milletvekilleri geliyor savunma yapmakta zorlanıyorum” demişti. Sanık gerçeği açığa çıkartmamız sonucunda tutuklandı ve üst sınırdan ceza aldı. Ailesi hep kararın örnek olmasını istemişti ki başka kadınlar öldürülmesin, caydırıcı etkisi olsun diye.

Şule Çet öldürüldü

Şule Çet  Ankara’da üniversite öğrencisi ve aynı zamanda çalışan genç bir kadındı. 29 Mayıs 2018 tarihinde bir plazanın 20. katından düşerek ölü bulundu. Şule Çet kardeşimizin ölümünün bir cinayet olduğunu hep birlikte kamuoyu yaratarak, delillerin peşine düşerek açığa çıkarttık; yakın zamanda ilk duruşması görüldü. Ancak ilk duruşmaya kadar geçen süreçte de yine skandallar, ihmaller peş peşe geldi. Şüpheliler ifadelerinden sonra adli kontrol ile serbest bırakıldı. Görevli savcının delilleri Adli Tıp Kurumu’na geç gönderdiği anlaşıldı ve bunun üzerine savcı görevden alınarak başka bir savcı atandı. Adli Tıp Kurumu raporunda, şüphelilere ait doku ve cinsel şiddet tespit edildi. Şüpheliler tutuklandı. Şule’nin olay gününe ait telefon mesajları, ortaya çıkarılan HTS kayıtları, tüm toplumun gündemde tutması, yapılan eylemler, açıklamalar ile herkesin gözü önünde gizlenmeye çalışılan her şey bir bir açığa çıktı. Adli Tıp Kurumu’nun 21 sayfalık raporunda şöyle denildi: "Sorulduğu üzere düşme öncesi travmaya maruz kalıp kalmadığı, düşme olayının kendi iradesiyle mi meydana geldiği, kazara mı oluştuğu veya bir başkası ya da başkalarının etkisiyle mi meydana geldiği, düşme esnasında şuurunun yerinde olup olmadığı ve öldürüldükten sonra atılıp atılmadığı hususun tıbben bilinemediği, olayın adli tahkikatla aydınlatılmasının uygun olacağı oy birliğiyle mütalaa olunur." Yine bir Adli Tıp Kurumu raporu ve yine bilinmezcilik ile karşı karşıya kaldık, oysaki bilirkişinin bilemiyoruz demesi nasıl kabul edilebilirdi, edilmedi de.

Öte yandan yine karşı taraf boş durmadı, para ile adaleti de satın alabileceğini düşünenler öyle bir bilirkişi raporu sundular ki ancak bu kadar kendilerini ele verebilirlerdi. Raporda cinsel şiddeti meşrulaştırıcı, bilimle, maddi olgularla hiçbir ilişkisi bulunmayan ifadeler vardı: “Bir kadın, bir erkekle tenha bir yerde içki içmeyi kabul etmişse ve hele erkeğin yalnız yaşadığı evine, odasına giderek birlikte içmiş olursa cinsel ilişkiye rıza göstermiş sayılır.” Bu tür davalarda sanık tarafı her yolu dener, denediği yollar tabi ki hayatta olmayan ve kendilerini ifade etme hakları ortadan kaldırılmış kadınları yargılar ve suçu meşrulaştırmaya yönelik hareket eder. Bu rapor yine koca bir tepki ile karşılandı. Şule’nin intihar ettiğini iddia ettiler, öyle olmadığı tüm yönleri ile açığa çıktı. İlk duruşma da süreçle benzer ilerledi. Sanıkların avukatları yine kamuoyu oluşturulmasını hedefine aldı, ‘Şule Çet İçin Adalet’ hesabını gündem etti, şikayetçi olacaklarını söyledi. Şule kardeşimiz için yine ailesi, yakınları ve tüm kadınlar ile mücadeleye devam ediyoruz.

Aysun Yıldırım’ın şüpheli ölümü

Annesi Hüsniye Yıldırım, “kızımın intihar ettiğini düşünmüyorum” diyerek bir yola koyuldu, ona da engeller koydular ve hiçbir gerekçe göstermeksizin davayı kapattılar. Ancak Aysun’un ardında kalanlar yalnız değil, Kadın Meclisleri ile birlikte kapatılan dosyanın yeniden açılması için uğraşıyoruz. Diğer tüm şüpheli ölümlerde gördüğümüz gibi aynı süreci adım adım Yıldırım ailesi de yaşadı. Örnek davalarda olduğu gibi Aysun Yıldırım için de adaleti sağlayacak ve gerçekleri açığa çıkartacağız.

Aysun kardeşimiz 26 yaşında İstanbul Sefaköy’de Gümrük Müşavirliği’nde çalışıyordu. 28 Şubat’ta işyerinin 3. katından düşmüş olarak cansız bedeni bulundu. Önce şüpheli ölüm olarak kayda geçti, sonra da savcılık soruşturmasında “intihar” dendi. Çünkü delil bulunamamış ve takipsizlik verilmişti. Aile itiraz ediyor, mahkemeye başvuruyor, mahkeme de itirazı gerekçesiz reddediyor. Şimdi aile Kadın Meclisleri ile birlikte Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Bulunamamış deliller ve şüpheye yer olmayan ifadeler ile ilgili geriye dönük yaşananlara bakalım ve öğrenmek istediklerimizi soralım.

Birincisi araştırmadan dedillere nasıl ulaşılabilir ki?

“İntihar” denip kapatılmış, peki yargıtay kararları da varken sebebi neden tespit edilip belirtilmemiş?

Gerekçesiz her karar caydırıcılığın önünde engel iken mahkeme neden gerekçesiz reddetmiş?

Bunlar yokken etkin ve yeterli soruşturma yapılmış mı oluyor?

HTS kayıtlarına neden ihtiyaç duyulmamış, bu durumda intihar olduğuna nasıl hemen hükmedilmiş?

Aysun’un işyerine neden gittiği ile ilgili üç farklı ifade var, bunlar ne demek oluyor?

Aysun’un da pencerede Şule gibi parmak izi yok, peki neden yok?

Psikiyatrik otopsi hiç akıllara gelmiş mi?

Dosyanın içinde telefon yokken aileye eşyalar verilirken telefon nereden geldi? Neden kırık, nerde ve nasıl kırıldı?

Aysun’un mesajları ve ailesiyle olan telefon görüşmeleri varken, intihara dair hiçbir delil yokken bunlar neden araştırılmamış?

Sanık ve tanıkların ifadelerinde saati farklı belirtmesinin önemi yok mu?

Bir yıl boyunca süprüntü örnekleri muhafaza edilirken savcı neden Adli Tıp Kurumu’ndan detaylı rapor istememiş?

Aile bize başvurduktan sonra dosyayı almak için gittiklerinde “itiraz etseniz ne olacak dosya yine bana gelecek” denmesi ne anlama gelir?

Bu soruların cevabını bulacağız!

Kadın Meclisleri ve “Aysunumuz için adalet” sosyal medya hesaplarından süreci takip edebilirsiniz.

Gerçeğin peşine düşüp şüphenin üzerine gideceğiz.

Bu yazı ile ele aldığımız şüpheli ölümler gibi birçok kadın cinayeti olduğunu biliyoruz.

Geçtiğimiz ay AKP Genel Başkan Yardımcısı Leyla Şahin Usta, “İnsan hakları ihlali denilince bir iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar” demişti. Buyursun, yaşananlar ortada ve Aysun Yıldırım ile ilgili sorularımız onun için de geçerli.

Şüpheli kadın ölümlerinin bir sebebi var elbet. Etkin kovuşturma yapılmaması, yapılmışsa faillere indirimlerin sürekli gündeme gelmesi, cezasızlığın hala önemli bir sorun olarak gündemimizde olması, kadın düşmanı söylemlerin sürmesi buna zemin hazırlıyor ve kadın cinayetlerini kolaylaştırıyor.

Yine bu ay iki aylık hamile olan Esma Kurt için de önce intihar ettiğini söylediler, ardından eşinin Esma’nın annesine intihar mesajı attığı ortaya çıktı ve gözaltına alındı. İstanbul Avcılar’da Aysheh Khalil evde ölü bulundu. Bursa’da Elvan’ın pencereden atlayıp intihar ettiği öne sürülüyor. Edirne’de Didem Uslu’nun parçalanmış ormanda bulunan bedeninin ardından babası cinayeti itiraf etti. Adana’da Suriyeli İ.E.K.’nin cansız bedeni, toprağa gömülü bulundu. 18 gündür kayıp olan Dilek Dağdelen’in yine parçalanmış bedeni ormanda bulundu. İstanbul Beyoğlun’da bir yangının ardından bıçaklanarak öldürülmüş R.K. bulundu ve erkek kardeşi gözaltına alındı.

Düşünün ki bir adam, Yusuf Y. bıçakladığı eşi Fatma T.’yi ambulansın kapısını açıp “şikayetçi olabilirsin ama sonunu sen düşün” diyerek tehdit etme cesaretini buluyor. Bu cesareti onlara veren tüm gidişatı, birlikte tersine çevirmek mümkün.

Görevliler yasaları uygulayacak, kadınları koruyacak, kadınlar için ve adaletin gerçekten sağlanması için bir yargı süreci olacak, cezasızlık ortadan kalkacak. Kadınların, erkekler gibi insan hakları olduğunu herkes kabul edecek. Kadınlar güçlendirilecek, erkeklik, maçoluk, erkek egemenliği matah bir şey olmaktan çıkacak.

Hiçbir kadın kendini yalnız hissetmesin. Bunları gerçekleştirmek için mücadelemiz büyüyerek devam edecek.

Saklanan, gizlenenlerin karşısında gerçeğin peşine düşecek, şüphenin üzerine gideceğiz.