İktidar var olan krizi, olduğundan çok farklı şekilde anlatmak istiyor. İlk etapta kriz yoktur demek istedi ve bir vadede bunu anlattı. Her yalanı, kitlelere o kadar da rahat anlatamıyor. Manipüle edebileceği bir gerçeklik değil bu. Yok diyorsun da halkımız markete gidiyor, manava gidiyor. Geçen ay üç liraya aldığı ürünü, bu ay on üç liraya alınca iktidarın yalanlarına kanmıyor. Hal böyle olunca bu sefer kriz vardır ama bizden kaynaklı değil, bir miktar dış güçlerden bir miktar da aracıdan, marketçiden, fırıncıdan kaynaklıdır demeye başladılar. Ne olursa olsun, ‘iktidarın kendisi bu krizde pay sahibi değil’. Ama bu da o kadar kolay söylenebilir bir yalan değil. Sen kime, neyi anlatıyorsun? Marketi işleten de fırını sabahın şafağında açıp o ekmeği üreten de halkımız. Bu da tutmuyor.

2001 ekonomik krizi sonrası, halka ekonomik rahatlama vadeden ve bu sayede de seçim kazanabilen AKP, aynı gerçekliklerin kendisinin de karşısına çıkabileceğini hesaba katmadı bu güne dek. Rantla, betonla, dış borçla bir refah sağladı. Halkımız çok doğal olarak bundan memnun kaldı ama şimdi 5 liranın hesabını yapıyor. Evet, Ecevit’in önüne fırlatılan yazarkasa henüz Erdoğan’ın önüne fırlatılmadı ama Erdoğan’ın da önüne seçim sandıklarının fırlatılması an meselesi.

***

Nasıl ki insanların hikayeleri karşı karşıya kaldıkları olaylar sonucu şekilleniyorsa toplumların ve toplumun sınıflarının hikayeleri de karşı karşıya kaldıkları olaylar sonucu şekillenir. Şimdi biz, ekonomik krizle karşı karşıyayız. Bu toprakların işçi sınıfı da uzun bir zamandan sonra bir ekonomik krizle daha karşı karşıya. İşten çıkarmalar başladı, asgari ücret artırıldı belki ama sadece yiyeceğe gelen zamlar bile asgari ücrete yapılan zammın üstünde. Maaşlar geç ödeniyor ya da aylarca hiç ödenmiyor. İktidar ve burjuvazinin yasaları yine patronlar için çıkış yolları öneriyor; kredi veriyor, konkordato ilan ettiriyor ve bir şekilde arkasını topluyor. Ama emekçi halkımıza çözüm yolu yok, çıkış yok. Kemer sıkacaksın, üç öğün bulgur yiyeceksin. Onu da bulabilirsen.

Peki bu gerçeklikler karşısında işçilerin hayatları nasıl şekillenecek? Çeşitli seçenekler var. Ya başımıza gelen budur deyip bu çözümsüzlük kabul edilecek ya da gasp edile edile koca sermayelere dönmüş olan haklar için direnişe geçilecek. Şu an bu seçeneklerden ikisi de yaşanıyor. Bu ana kadar direnişe geçen işçiler olduğu gibi henüz bu konuda fikrini belirtmeyen işçiler de var.

Çözümsüzlüğü kabul etme seçeneğimiz yok. Ödenmeyen maaşlarla nasıl geçecek bu günler? Geçemez. Bu yüzden her yerden direnişe geçen işçi haberleri gelmeye başladı. Bir gün havalimanı işçileri yataklarındaki tahtakuruları sebebiyle, bir gün Gripin işçileri ve İZBAN işçileri zam talebiyle, İkitelli’de hastane işçileri kötü çıkan yemekler sebebiyle harekete geçti. Bu liste uzuyor. Bu direnişlerin hepsi kazanımla sonuçlanmıyor belki ama işçilerle patronların karşı karşıya geldiği en keskin anlar, bu anlar. Birlikte hareket edildiğinde patronların gözünün nasıl korktuğunun, işçilerin gücünün başka nelere kadir olduğunun ve olabileceğinin en net deneyimlendiği anlar.

Bir yanda karını ve varlığını korumak isteyen patronlar, bir yanda aç kalmadan hayatını sürdürmek isteyen işçiler. Öyle refah zamanlarında sömürdüğü işçiye altı ayda bir erzak yardımı yapıp iyi patron olmak kolay. Şimdi de olsunlar iyi patron. Tasarrufa gittiği ilk şey işçilerin hakları olmasın madem ama böyle olacaktır, başka türlüsü mümkün değil. Bu düzenin gerekliliği bu, hem de onların anlattığı yalan fıtrat hikayeleri gibi değil. Böyle zamanlarda işçiler de bunu rahatlıkla görüyor. Patronların sivri dişlerini maskeleyecek araçlarının kalmadığı zamanlar, bu zamanlar. Aynı zamanda işçi sınıfının kaderinin de belirlenebileceği zamanlar. Karnımızın doyup doymayacağı tartışma konusu olunca saflar keskinleşir. Direnişler böyle başlar, böyle devam eder. İşçi sınıfının, belirleyici hiçbir hareketin olmadığı günlük güneşlik bir sabahta, sınıf bilinciyle donanmış bir halde uyanması rüyası gerçek olmayacaktır asla. Anca böyle zamanlarda yükselir sınıf bilinci. Somut durumun somut tahlilini işçiler de yapar.

***

AKP’nin talan düzeni bizi getirse getirse bu krize getirirdi ve getirdi. Krizin bizden götüreceği bir ise patronlar bizden yine on almak isteyecektir. Aynı lüks arabalara binip aynı şatafat içinde yaşarken krizin tüm ağırlığını sırtımıza yüklemek isteyeceklerdir. Bunun önünü, örgütlü işçi direnişleri kesebilir. Aynı direnişler, bu coğrafyada unutulmaya yüz tutmuş işçi hareketinin yeniden tetikleyicisi olabilir. Öyle ya da böyle büyük bir sorun olarak önümüzde duran kriz patronların ve patronları kollayan iktidarın değil işçi sınıfının tasarrufunda yönetilebilir. Bunlar uzak hülyalar değildir. Fransa'da zenginlerin başkanı Macron'a geri adım attıran, gidişatı kabul etmeyen emekçilerdi.

Bir zenginlerin başkanı da bizde var. Bu süreçte hem onu gönderebilir hem işçi direnişleriyle sınıf bilincini örgütleyebiliriz.