İşçilerin dünyanın her yerinde ezildiği gerçekliği su götürmez bir şekilde karşımızdadır. Ama bu ezilme biçimi ve şiddeti şekil değiştirebiliyor. Kadın işçiler farklı, genç işçiler farklı, yetişkin erkek ve kadın işçiler farklı ezilme biçimlerine maruz kalıyor. Bunu gözlemlerimizin yanı sıra, genç işçilerdeki kayıt dışı çalışma oranlarının, kadın işçilerdeki kayıt dışı ya da esnek, güvencesiz çalışma oranlarının yetişkin erkek işçilerden fazla olduğunu somut göstergeler sayesinde anlayabiliyoruz.

Sermaye, üretim sürecinde işçilere mecburen ayırdığı paydan ne kadar kısarsa o kadar kar ettiği gerçekliği ile hareket ediyor. Bu yüzden ezilmeye daha açık olan çalışan kesimlerle farklı ilişkiler kuruyor. Örneğin genç işçilerin haklarında daha fazla kısıntıya gidebiliyor. Tecrübesizlik, alanlarda ustalaşmamış olma, kıdem farkı gibi konular gençlerin hakkını vermemeninin legal zeminini oluşturan argümanlar oluyor.

Gençler zaten iş hayatına çok zor giriyor. İktidarın iddia ettiği gibi gençlerin iş beğenmediği yok, zira gençlerin iş beğenmeme şansı yok. Ya yirmili yaşlarının başına kadar eğitim alan insanlar artık kendi ayakları üzerinde durmak istiyor ya da eğitim hayatlarına zaten devam edememiş, çok küçük yaşlardan itibaren hayata atılmak zorunda kalmış oluyorlar. Her iki durumda da anlatılan hikayenin bir yalandan öteye gitmediği çok açık. En düşük ücretleri bile çalışana çok görüp, bunun karşılığında işçilerin uzun saatler çalışmasını, kötü çalışma koşullarına itiraz etmemesini isteyen patronlar her kapının ardında. Buna rağmen, emeğiyle geçinmek zorunda olan gençler bu işleri kabul etmek zorunda kalıyor. Sıklıkla bu işlerde bir sosyal güvence dahi olmuyor, pek çok işi hem okumak hem çalışmak zorunda kalan öğrenci-işçiler yapıyor. Gençlerin hiçbir hak talep edemeyeceği, gençleri istedikleri zaman işe alıp istedikleri zaman atabilecekleri, tüm itiraz yollarını kapatarak çalıştıracakları işçi-işveren ilişkileri gayet olağan.

DİSK’in 2015 verilerine göre 3 milyon 117 bin genç işçinin 1 milyondan fazlası kayıt dışı çalışıyor durumda. Genç işçiler içindeki kayıt dışı çalışma oranı, toplamdaki kayıt dışı çalışma oranın 2-3 puan üzerinde. Bu elbette tesadüfi gelişen bir sonuç değil. Gençleri çoğu zaman işsizliğe, iş bulduğu durumda kötü çalışma koşullarına, kayıt dışı çalışmayı kabul etmeye götüren süreci detaylı ele aldığımızda bu sonucu ortaya çıkaran sebepler gayet açık bir hal alıyor. Pek çok ailede, pek çok genç aile ekonomisine katkı sağlamakla yükümlü. Ekonomik şartlar sadece kendisi için değil, ailesi için de çalışmak zorunda bırakıyor gençleri. Çalışma koşullarını, zamanını belirleyecek aralığı yok gençlerin. 19 yaşında koğuşlarda memleketteki ailesine bakmak zorunda olduğu için tahta kuruları arasında uyumak zorunda bırakılan 3. havalimanı işçilerini hatırlayalım. Kim bu işçilerin, bu gençlerin keyfi doğrultusunda bu şartları kabul ettiğini iddia edebilir ki? ‘Memlekette annem, babam para bekler’ diyen genç sadece kendi durumunu anlatmıyor, aynı sorunları farklı aktörlerle yaşayan pek çok işçinin durumunu özetliyor.

Nispeten daha iyi şartlarda olan, en azından ailesine bakmakla yükümlü olmayan ama kendi hayatını kurmak yükünün altında olan gençler için de konu pek farklı ilerlemiyor. Zorunlu ihtiyaçları maaştan düştükten sonra kalan para sosyal, kültürel hiçbir eylem için yeterli değil. Sinemaya gitmek, farklı bir şehir görmek, aynı şehrin içinde başka bir ilçede bir gezintiye çıkmak bile sosyal, kültürel ihtiyaçları olan gençler için dikkate değer bir maliyet. Bir yanıyla zaten çok çalıştığı için zaman bulamıyorlar, bir yanıyla da zaman bulsa dahi maliyetini hesaplamak zorunda kalıyor işçiler. Bahsettiğimiz konular dünyada her insanın, hiçbir ayrım gözetmeksizin hak ettiği en basit konular. Ama konu işçilere gelince büyük büyük meseleler halini alıyor bunlar.

Peki bu durum karşısında ‘böyle gelmiş böyle gider’ diyebilir miyiz? Bu sorunun cevabı hem ahlaken hayır olmalıdır hem de gerçeklik yönüyle hayır olmalıdır. Gerçeklik şudur ki genç işçiler bu gidişata el koyacak potansiyele sahiptir. Türkiye’de bulunan 28 milyon 728 bin çalışanın 3 milyon 117 binini 15-24 yaş arasındaki gençlerden oluşuyor. Bu çok büyük bir orana denk gelmekte. Tam anlamıyla bu gidişata el koyacak potansiyele denk gelmekte. Tek parametre genç işçilerin sadece sayısal olarak büyük bir alanı kaplıyor olmaları da değil.
Hayatlarının başında olmaları da bu potansiyelin temel sebeplerinden biridir. Yirmili yaşlardaki insanlar kendilerine ‘Hayatım böyle mi gidecek?’ diye soruyor. Sadece kendi hayatı için değil fabrikadaki diğer arkadaşı için de aynı endişeyi duyuyor. Bu endişeyi yok etmenin de yollarını arıyor. Tam bu arayış esnasında sosyalizm genç işçilerin erişebileceği uzaklıkta olmalıdır. Bu yönüyle devrimciler kendilerine görev çıkarmalıdır; her fabrikada her işyerinde olmalıyız.

Genç işçilere düşen pay da hayatlarının ve diğer işçilerin hayatlarının ‘böyle’ gitmemesi için harekete geçmektir. Saydığımız tüm sorunları sınıf bilinci ile ele alıp, çözümlerini bu doğrultuda bulmaya kafa yormaktır. Diğer ihtimalde gidişata el koymak için tereddütte kaldığımız her anın, patronların daha da güçlendiği anlar olarak karşımıza çıkması işten bile değildir.