Sarı yelekliler, dört haftadır dünyada herkesin gündeminde. Bir ay önce, yapılan akaryakıt zammına karşı bir araya gelenlerin mücadelesi sadece Fransa’yı değil Avrupa’yı da sarmış durumda. Peki Le Penn’e karşı bir kurtarıcı olarak görülen Macron ne oldu da şimdi milyonlarca insanın giydiği sarı yelekleriyle meydanı doldurduğu Fransa tarihinin en önemli eylemlerinden biriyle karşı karşıya?

Aslında her şey hükümetin gayet masumane bir şekilde sunmaya çalıştığı fosil yakıt kullanımından ekolojik geçiş süreci olarak sunduğu ancak akaryakıtın yeni vergilerle yeniden zamlanacak olmasıyla başladı. Giderek yoksullaşan ve güvencesiz hale gelen şehirlerdeki yüksek kiralardan dolayı şehirlerin dışında yani kırsalda yaşamak zorunda kalıp arabasıyla işe gitmek zorunda olan çalışanlar için bu zam büyük bir anlam ifade ediyordu. O yüzden de emeğini satarak geçinmek zorunda olan binlerce çalışan arabalarından sarı yeleklerini çıkararak üzerlerine geçirdi ve meydanlara indi.

Fransa’da tartışılan konulardan biri bunun bir orta sınıf hareketi olduğu, o nedenle de desteklenmemesi gerektiği yönündeydi. Fransa’daki sosyalistler en başında sistem karşıtı olmadıkları ve sadece kendilerine ucu dokunan bu zamlara karşı verilen mücadeleye oldukça temkinli yaklaştılar. Hatta Komünist Parti’ye yakın CGT (Genel Emek Konfederasyonu) lideri Martinez, krizin vergilerle alt sınıflara kesilmesine karşı sokaklara çıkan sarı yeleklilerle işçiler tamemen birbirine zıt çıkarlara sahipmiş gibi, “bizim talebimiz ücret artışı” diye çıkış yapmıştı. Neyse ki hareketin sendikaların, sosyalistlerin desteklemesine evrilmesi birkaç gün içerisinde gerçekleşti.

Tüm dünyada milyonların geçinemediği bir düzende zenginlerin yararına vergi afları, ertelemeler, indirimler yapılıyor. Ülkemizde de olduğu gibi kriz dönemlerinde teşviklerle tekrar ayağa kaldırılmaya çalışılan sermayeye karşı işçi sınıfının, orta sınıfın her geçen gün maaşının eridiği, alım gücünün düştüğü, işsizler ordusuna katılma ihtimalinin arttığı dönemde temel çelişkiler gün yüzüne çıkıyor. Sarı yelekliler ne diyor? Elektrik, su, doğalgaz, akaryakıt öderken bize geride hiçbir şey kalmıyor. Fransa gibi dünyanın en güçlü ekonomilerinden, en güçlü sermaye devletlerinden birinde bile hükümet artık bu derin çelişkiyi sürdürmekte zorlanıyor ki şimdi herkes Macron koltuğunda kalabilecek mi kalamayacak mı bunu konuşmaya başladı bile.
Zenginlerin başkanı olarak bilinen Macron tıpkı Türkiye’de Erdoğan’ın, ABD’de Trump’ın yaptığı gibi parlamentoyu bypass eden kararnamelerle zenginleri kapsayan servet vergisini kaldırdı, işten çıkarmaları kolaylaştıran iş kanunu gibi pek çok neoliberal düzenlemeler yaptı. Yüzde 10 işsizliğin olduğu, 9 milyon kişinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı Fransa’da son zam açıklamaları ise bardağı taşırdı.
Esasında tam olarak ne sağcı ne de solcu olarak nitelendirebileceğimiz bu kitle oldukça karışık bir yapıya sahip. Sarı yelekliler radikal solculardan aşırı sağcılara, sosyalist parti seçmenlerinden cumhuriyetçilere, hatta Macron’a oy verenlere kadar tüm politik kesimlerin desteğini almış bir kitlesel desteğe sahip. Sınıfsal olarak da oldukça karışık bir yapıya sahip: İşçilerden, küçük köylüye, küçük burjuvadan, emeklilere ve işsizlere alt sınıfın birçok unsurunu bünyesinde barındırıyor. Sarı Yelekliler’e liseliler, üniversiteliler, ırkçılık karşıtları, ambulans çalışanları, liman işçileri, kamyon şoförleri grevi gibi farklı kesimlerden farklı zamanlardaki eylemlerle destek geldi. İşlek kavşakları tıkamaktan, özelleştirilen paralı otobanlardan bedava geçişlere, sabahın erken saatlerinde Disneyland Paris’e baskınla ücretsiz girişlere, dünyanın en lüks ve zenginlik sembollerinden olan Champs-Elysées Caddesi’nde yürüyüş talebine pek çok farklı eylemlere imza attılar.
Alt-orta sınıfları en fazla etkileyen bu reformlar, solcusunu da sağcısını da hatta hiç politize olmayan kesimleri de kapsayan kısacası mevcut düzene karşı memnuniyetsiz olan ve mevcut düzene güven duymayan bir kitleyi kapsıyor. O yüzden de öfkelerini bugün düzenin temsilcisi Macron’a yöneltmiş durumda. Sarı Yeleklilerin, ‘zamlar geri alınsın’dan ‘Macron istifa’ sloganına geçmesinde Macron’un politikalarının altında ezilenlerin alana inmesinin etkisi var. Dolayısıyla o Sarı Yelekliler, Fransa’da son dönemde uygulanan neoliberal politikalardan etkilenen ve rahatsız olanların bir alanı haline geldi ve Macron bu politikaların temel sorumlusu olarak görüldü. O yüzden de sadece Fransa ile değil Avrupa’da Hollanda, Belçika ve Sırbistan’ı da etkilemiş durumda. Nasıl ki Tahrir’den Gezi’ye Gezi’den Occupy hareketlerine etkiler varsa günümüzde de Fransa’dan diğer ülkelere etkisini görüyoruz ve görmeye devam edeceğiz.

Sosyal medya üzerinden örgütlenip “Sarı Yelekliler’in Siyasal Programı” başlığıyla yayınlanan 42 maddeyle ortaya konan siyasi hedeflerle, Sarı Yelekliler her gün sokakta olmak yerine her cumartesi günü yaptıkları çağrıyla hareketi sürdürmeyi hedefliyor. Peki bu maddelerde neler var? Asgari ücretten emeklilerin maaşına, kadrolu çalışmadan verginin büyük olandan büyük; küçük olandan küçük alınmasına, seçilmişlerin maaşının ülkede çalışanların ortalama maaşıyla eşit olmasından özelleştirmelere, zorunlu göç hareketlerinin sebeplerine çözüm üretilmesinden sığınmacı haklarına birçok anti-kapitalist hedefi önüne koymuş durumda. Eylemlerin nereye doğru evrileceğini belirleyecek olan ise hareketin süreç geliştikçe şekillenen politik hedefleri olacak.

2019 yılında vergi artışlarının olmayacağını ve daha sonrasında tamamen iptal edildiğinin açıklanması, Macron’un temsilcisi aracılığıyla özür dilemesi de bu hareketi durduramadı. 8 Aralık Cumartesi günü için yapılan çağrılarla, polis saldırısına karşı bir araya gelmeye çalışan binlerce insan vardı. Hatta yönetimden memnun olmayanlar aldıkları kitlesel desteği sürdürürken, Macron’u destekleyenlerin sayısında gerileme yaşandı. Zamların iptal edilmesi, asgari ücrete 100 euro zam ve emekli maaşlarından vergi artışından vazgeçilmesi hala protestoları sonlandırmış değil. Cumartesi günü için çağrı yapılmaya, kitlesel olarak protestolara devam ediliyor. Macaristan’da da halk fazla çalışma sürelerinin uzatılmasına ilişkin düzenlemeyle parlamento binası önünde eylemlere başladı. Herkesin merak ettiği soru ise Avrupa’da yayılan bu dalga nereye varacak?
Sermaye sahipleri lehine yapılan neo-liberal düzenlemelerin açtığı çatlaklar artık kapatılamıyor. Eylemlere katılanlar için 100 euro zam; geçim derdinin her geçen gün arttığı, güvencesiz çalışmanın milyonlara dayatıldığı, daha az ücretle daha fazla çalışmanın beklendiği bu sistemde hiçbir şey ifade etmiyor. İnsanlar artık eşitlik ve karar mekanizmalarında söz sahibi olmak istediklerini daha yüksek sesle dile getiriyor. Yani insanlar artık ne eşit olmayan ekonomik koşullarda yaşamak istiyor ne de birilerinin kendileri için karar verdiği bir düzen istiyor. Bu sadece Avrupa’da da değil tüm dünyada görülüyor.
Tüm dünyada halklar elbette Fransa’da yaşananları izliyor, değerlendiriyor ve hatta kitlesel mücadele ile hükümetlere geri adım attırılabileceğini ve daha fazlasını kazanalabileceğini görüyor. O yüzden de bütçe görüşmelerinin başladığı iş yerlerinden maaşlarını alamayan, işsiz kalmanın her an kapısında olan Türkiye’de çalışanlar için de ana akım medyanın çok rahat bir şekilde verdiği bu eylemler elbette iktidarın, iktidarın politikalarının sorgulanmasında bir soru işareti akıllara getirecektir. Hele ki bütçe görüşmelerinin, asgari ücret görüşmelerinin başladığı ve krizin giderek derinleştiği; Erdoğan’dan ve politikalarından memnuniyetsizliğin her geçen gün daha fazla dile getirildiği bir dönemde halkın tüm kesimleri üzerinde etkisi olacaktır. Kitlelerin biriktirdikleri bunca şeye karşı ne zaman nasıl harekete geçececeğini, neyin fitiliyle harekete geçeceğini tahmin etmek çok kolay değil. Ancak şunu bilmek mümkündür; akaryakıt zammına karşı mücadeleden asgari ücret mücadelesine Fransa’dan Türkiye’ye ekmeğin kırıntısı için değil tamamı için mücadele edenler ve kazananlar her yerde ve her zaman var olacaktır.