Bundan önceki iktidarlar ne kadar kalıcı olduysa AKP de o kadar kalıcı, bir o kadar da gidicidir. AKP’ye bir doğaüstülük yüklemek yanlıştır. Göklerden inmediyse, eşyanın tabiatına tabi ise elbette gidicidir. Sorunun cevabı açıktır açık olmasına da bizim bu gidiş sürecini nasıl ele alacağımız önemlidir. Oturacak, ellerimizi bağlayacak ya da ellerimizi göklere açıp AKP’nin gitmesini mi dileyeceğiz yoksa AKP gitsin diye harekete mi geçeceğiz?
Kafamızı asıl yormamız gereken budur. AKP giderken nerede ve nasıl duracağımız sorunumuz olmalıdır. Günlerden birgün bir rüzgarın AKP’yi devirmesi ve bizim bu sahneyi mutlu mutlu izlememiz söz konusu dahi olamaz.
AKP’nin iktidara gelişinin açıklanabilir ve akla uygun sebepleri var. 28 Şubat döneminde halkın değer verdiği pek çok şey defalarca kez aşağılanmıştı. Halka yine halkın çok yakından bildiği bir şekilde ‘tebaa’ muamelesi yapılmıştı ve bunun üzerinden çok da vakit geçmemişti AKP inançlı halkımız için bir seçenek olarak ortaya çıktığında. Demokratik söylemleri ve liberal ekonomi anlayışları liberalleri, kürt meselesindeki yapıcı tavırları ve ortak islam paydası, kürt hareketine temkinli yaklaşan kürtleri cezbetmişti. Ekonomik krizin yıprattığı DSP hükümetinin karşısında düze çıkan ekonomiyi devralan bir AKP vardı. Olabilir. Bunları AKP aslında bir zamanlar ne şahaneydi demek için yazmıyorum. Bir zamanlar AKP’nin politikaları, iktidara gelmelerini ve uzun yıllar kalmalarını sağlayacak kadar işe yarardı diyorum. Halkımız aptal değil. Belki solcu da değil ama aptallığa solculuğa olduğundan milyon kat daha uzaktır. Oy verirken sanılanın aksine koyun olarak gitmiyor sandığa. Ekonomiye bakıyor, iktidar kendi faydasına adımlar atıyor mu buna bakıyor.
Yine bakacaktır.
Çocuğuna Recep Tayyip adını veren esnaf bugün pişmansa sebebi gördüğü rüyadan uyanması değil somut gerçekliklerin değişmesidir. Halkımızın gündemi sofrasında soğan olup olmayacağıdır. Soğana vereceği paranın hesabını yapıyorsa bu durumun müsebbibine vereceği oyun da hesabını yapacaktır.
AKP dört başı mamur bir yenilmezlik tarihi yazamadı bu güne kadar. Gezi’de yendik, 7 Haziran’da ayan beyan yendik, 16 Nisan günü referandumda yendik. Belki referandum sonrası iyi idare edilseydi bugün rejim değişmemiş olacaktı. AKP nasıl ki bundan evvel kaybettiği seçimi yineletti, biz de referandumu yineletebilecektik. Bunu yapmadıysak suç halkımızın mıdır yoksa sürece ancak yandan ve uzaktan bakan solcuların, niteliksiz muhalefet partilerinin midir? AKP her seçimden güçlenerek çıkmadı, aldığı her darbede kırılan kemikleri daha sağlam kaynamadı. Kademeli bir şekilde aldığı oy düştü, düşüyor. Bugün bu gerçeğin farkında olduğu için Demirtaş’a öyle bir ceza verilmesini salık buyuruyor ki cezanın bitimi Demirtaş’ın 2023 Başkanlık seçimlerine aday olmayı ucu ucuna kaçıracağı tarihe denk geliyor. Çoğunluğu sağlayamıyor, sürekli ittifak arayışı içinde. MHP ile il il, ilçe ilçe belediye başkanı adaylığı pazarlığı yapmasının da sebebi budur. Bir şehirlik canı var çünkü. Büyük şehirlerden birini kaybetse bütün kurgusu çökecek. Çünkü kurgusu hiç kaybetmemek üzere. Öyle hassas bir denge kurguluyor ki rüzgarın esiş hızını dahi hesaplamaya, tedbir almaya çalışıyor. Ama o kadar gelişkin enstrümanları yok. Aksine vasat bir ekonomi bakanı, ondan rezil bir içişleri bakanı, geride bıraktığı her an kontrol altında tutmak zorunda kaldığı yol arkadaşları, yokmuş gibi yapmak için çok uğraşsa da kocaman bir gerçeklik olarak bir ekonomik kriz var.
Hangisinden kaçsın? Hangisini yok saysın?
Erdoğan’ın karizmatik liderlik günleri mazide kaldı. O kadar kara ki kişisel tarihi, yenilmezlik payesi bir düşsün, bir daha Kasımpaşalı o fakir ama azimli halk kahramanı olamayacak. Bu bilgiye vakıf olduğu için bu kadar gergin. Ne yapacağını şaşırdı. Yine milliyetçilik ipine sarılmak istiyor. Fırat’ın doğusuna girme telaşı bundandır. Fayda verir mi? Verebilir. Afrin’e aynı emeller doğrultusunda girdiğinde ‘o kadar da etkilemedi halkımızı’ demiştik ama seçim sonuçları öyle demedi. O sebeptendir ki yine fayda verebilir.
Solun konumlanışı değişirse bu hamlelerin sonucu da değişir. AKP’ye duyduğumuz hayranlık ve korku karışımı gizli platonik duyguları bir kenara bırakmalıyız. AKP’yi yenemeyiz demekten kesin ve seri bir süratte vazgeçeceğiz. AKP yenilemez demek, ‘o ki o kadar yücedir’ demek. Tüm yücelik anlatımlarını reddeceğiz. İlk adım budur.
Sonrasında gerçeklikleri halkımızın en net göreceği şekliyle anlatacağız. Avrupa’nın en ucuza çalışan işçileriyiz diyeceğiz. Kriz var diyeceğiz, kriz var diye bağıracağız. Bu krizin sebebi de işte bunlardır diyeceğiz. İşaret parmaklarımız AKP’yi gösterecek. Kısacası siyasal mücadele yürüteceğiz. Abilerimizden ve oyu çok olan partilerden medet umarak değil sırtımızı sınıfa dayayarak.
Sınıfın dinamiklerini küçümsemeyeceğiz. Haftada bir et gelen sofralar, işten eve sapsarı iskelet gelen çocuklar gerçektir. Sınıfın acıları gerçekse, mücadelesi de gerçektir. İşçi sınıfını habire solcuların hatalarına kurban edemeyiz. Hele ki koskaca bir ülkede asla. İşçiler düşünür, soru sorar harekete geçer. Anlatılanı dinlemekle yetinmez. Karnından gelen gurultuyu da duyar. Bunun bir gerçek olduğunu, genç işçilerin uzun saçlarımıza, kirli sakallarımıza hayran hayran bakmaktan ileri gidebileceğini ve buna çok hazır olduğunu fark etmeliyiz.
Meydan meydan şehirleri tutmaksa gereken, tutmalıyız. Ağzımız dilimize yapışana kadar derdimizi anlatmaksa gereken, anlatmalıyız. Uykularımızdan feragat mi edeceğiz, edelim. Başımıza yastığa AKP olmadan koyacağımız o güzel günlerin karşısında nedir ki?
Öyleyse AKP yenilmez anlatımından vazgeçmeli, somut gerçekliklerin altını çizmeli, işçi sınıfının sadece marşlarla peşimizden yürüdüğü ama asla tek söz etmediği ve zaten edemeyeceği solculuk biçimlerini bırakmalıyız.
Halkımıza ve devrimciliğimize güvenmeliyiz.