İlk çağlardan günümüze devam eden, sınıfı, ulusu, ırkı, dili, inancı ne olursa olsun kadınların ezilmişliği yüzyıllardır kendisini yenileyen, üretim ilişkilerine göre kendisini adapte eden erkek egemenliğiyle devam ediyor. Kadınların ezilmesi temelini elbette ki doğuştan gelen farklılıklardan değil, tarihsel ve toplumsal olarak cinsiyetlere yüklenen anlamlardan ve bunun yansıması olan toplumsal cinsiyet rollerinden alıyor. Yani kadınların ev işlerini yapması, yaşlı ve çocuk bakımından sorumlu görülmesi; bu roller önümüze sürülerek üretimde, yönetimde, toplumsal alanda daha az yer alıyor olması elbette ki doğuştan getirilen özellikler sonucu değil, yüzyıllar boyunca kadın ve erkek arasında bir önceki üretim tarzından bir diğerine, feodalizmden, kapitalizme biçim değiştirerek aktarılan tarihsel bir sistem olarak karşımıza çıkıyor. Kadınların, sadece kadın olduğu için sürekli ve sistematik olarak baskı altında tutulması, ezilmesi ve denetlenmesi ve bu ezilmenin temelinde yatan sistem patriyarkadır yani bir diğer adıyla erkek egemen sistemdir.

Eski olan bir başka tarih ise üretenler ile üretenlerin emeği üzerinden geçinenlerin, kısaca burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesinin tarihidir. Bu ilişkiler yöneten ve yönetilenler ilişkisini belirlerken; devlet, aile, din vs. farklı üretim tarzlarında farklı biçimler alıyor. Kadınların ezilmesine eşitsiz üretim ilişkileri de eklemlendiğinde, özel ve kamusal hayatın tümünde ezilme biçimlerinin bütünleştiği ve sürekliliğinin sağlandığı cinsiyetçi ideoloji ortaya çıkıyor. Günümüzde ise kapitalizm ve patriyarkanın birbiriyle yaptığı sıkı işbirliği ile patriyarkal kapitalizm ortaya çıkıyor.

Sınıflar arasındaki eşitsizlik ortadan kaldırılmadan, kadınların kurtuluşundan da bahsetmek mümkün değil. Kapitalizm ne kadınlar için ne de tüm toplum için daha iyi bir hayat sunamaz. Kapitalizm ancak zengin bir azınlık yaratır, milyonların payına düşense işsizlik ve yoksulluktur; temel çelişkiyi asla ortadan kaldırmaz. Kadınlar için ise sadece bazı haklar sunarken, bazen kadınların durumunu bir nebze iyileştirebilir. Sadece geçici olarak ayrıcalıklı, başarılı kadınlar yaratabilir. Kapitalizm kadınların işgücüne katılımını da kendi işine geldiği gibi düzeneler. Örneğin, savaş dönemlerinde erkeklerden boşalan yerlere kadınların istihdam edilmesini sağlar. Ama bu kapitalizmin iyi olduğu anlamına gelmez çünkü savaş bitip erkekler geri döndüğünde kadınlar yine toplu halde işten çıkarılır.

KAPİTALİZM VE PATRİYARKANIN İŞBİRLİĞİ
Kadınların mücadelesi özel alanla sınırlanamaz. Feminizm bütünsel bir toplumsal kurtuluş mücadelesi değildir ve siyasal iktidar hedefi olmadığı için kadınların mücadelesi aynı zamanda antikapitalist bir mücadele olmak zorundadır. Sosyalist feministlere düşen görev ne sadece özel alan politikası yapmak ne de sadece kamusal alan mücadelesi vermektir. Sosyalist feminizm bütünlüklü bir mücadeleyi önüne koyar ve kapitalist sisteme eklemlenmiş kadın düşmanlığıyla mücadele eder.

Erkekler, kadınların ev içindeki emeğine el koyar ve yemek, temizlik, çocuk, yaşlı bakımı kadınların emeğiyle, karşılıksız ve ücretsiz olarak sağlanmış olur. Diğer yandan da karını sürekli olarak arttırmak zorunda olan sermaye sahipleri ucuz, güvencesiz, vasıfsız iş gücü için en önemli kaynak olarak kadınları görür. Kadınlar, dünyada pazarların paylaşılması yarışında ucuz iş gücü olarak en önemli emek güçlerinden birini oluşturuyor. Kadınlar için ücretli bir iş sahibi olmak nasıl patriyarkanın getirdiği baskılardan kurtulması, kadınların güçlenerek kendi kararlarını verip özgürleşmesi için önemli bir güvence ise de hepsi bu güvenceye sahip olamıyor. Kapitalizm ve patriyarkanın işbirliğinde, üretim araçlarına sahip olanların büyük çoğunluğunun erkek olması bir yana, iş sahibi olma konusunda da öncelik her zaman erkeklerin oluyor. Kapitalizmin yarattığı işsizler ordusunun esas nedeni ise kadınların iş araması olarak gösteriliyor. Çalışırken kadınlar; ucuz, esnek, güvencesiz iş gücü olarak erkeklerle aynı işi yapmalarına rağmen daha az ücret alarak; işyerinde ayrımcılığa, mobbinge, tacize uğrayarak sömürünün farklı şekillerini yaşıyor. “Kadınlara uygun” olarak gösterilen mesleklerle sınırlandırılmaya; kayıt dışı çalışma, uzun çalışma saatleriyle daha ağır koşullarda çalışmaya mecbur bırakılıyor.

Patriyarka ve kapitalizmin kadınların bedeni üzerinde uyguladığı baskı, kadınların çocuk doğurup doğurmamasından, kimden çocuk doğuracağına, kaç çocuk doğuracağına kadar kadınların cinselliğini kontrol etmeye çalışıyor. Ucuz ve genç işçiye ihtiyaç duyan patriyarkal kapitalizmin kadın bedeni üzerindeki politikaları giderek keskin bir hale geliyor.

Ekonomik krizin etkilerinin gün be gün tüm toplumda hissedildiği dönemlerde işten çıkarılan, geçinemeyen erkeklerin öfkelerini esas yöneltmeleri gereken sisteme ya da patrona değil, kadınlara ve çocuklara yöneltmesiyle şiddet artıyor. Kapitalizmin yapısal krizi aslında temel çelişkilerin açığa çıkmasında önemli bir yere sahip. Giderek artan işsizlikle yoksullaşan işçilerin ve özellikle yoksullaşan kadınların, patronlara karşı verdiği savaşım daha fazla gün yüzüne çıkıyor.

KURTULUŞ SOSYALİST FEMİNİST ÖRGÜTLÜ MÜCADELEDEDİR
Kadınların kurtuluşu kapitalizmde mümkün değildir. Sınıf, kadınların yaşamlarında merkezi bir yerdedir ancak cinsiyete dayalı baskıyı iktisadi sömürüye indirgemek de yanlış olacaktır. Bu nedenle, bugünkü toplumda kadınların konumu hem kapitalist sistemin hem de patriyarkanın bir sonucudur. Çünkü cinsiyet eşitsizliğiyle, üretim ilişkileri içerisindeki sınıfların uzlaşmaz çelişkisinin birleşimi kadınların hayatını çekilmez kılar.

İşte tam da bu noktada, özcü feminizm gibi kadınları sadece doğaları üzerinden tanımlayan ya da kimlikçi feminizm gibi tüm insanları birbirinden farklı bir ilişkiyle yorumlayanların bakışıyla, gerçek statükoya karşı mücadele etmek anlamsızdır. Bu nedenle de kadınların tahakküm altına alınmasını cinsiyet ve sınıf ile bütünleşik olarak tutarlı ve sistematik olarak ele alarak mücadele etmek, yani sosyalist feminist bir mücadele tüm kadınlar için kaçınılmazdır. Kurtuluş ancak ve ancak sosyalist feminist örgütlü mücadelededir.