Gayet beklediğimiz gibi hareketli bir seçim sürecinin kıran kırana gidişatını, iktidarın da muhalefetin de iliklerine kadar hissettiği bir şekilde yaşayarak gidiyoruz. Bu çetin seçim mücadelesi kayıtlara geçsin, seçimlerden sonra kesin lazım olacaktır.

“Sonuca bakalım” diye çok genel bir laf vardır ya hani, her şeye uyarlanamayacağı aşikar bir genel deyim. Muhalefetin konuya yaklaşım tarzı nedense hep benzer, hep sonuca bakmak istiyor. Haklı görünüyor fakat çelişik.

Çelişik olan, sonuca giden süreç pek kimsenin ilgi alanına girmiyor. Bu kadar çok olasılık içinde süreçle hiç alakası olmayan bir topluluğun yaymasıyla ortalığı vaatler, rivayetler, felaketler, komplo teoriler sarmış durumda.

Sürecin önemli oluşunun en önemli boyutu muhalefetin elinin oldukça kuvvetli olması. Ama eli kuvvetli olsa da bir o yana bir bu yana savrulabiliyor. Sonuca ulaşmak çok haklı bir beklenti, tahmin edebilmek çok büyük başarı. Bu kadar önemli olan bu süreçte, siyasetin içinden geçmek de var, geçememek de.

Vaatler

İktidarının 16. yılında erken seçime gitmek zorunda kalmış parti, her gün onu kaldıracağız, buna son vereceğiz diye vaatler anlatıyor. Her gün iktidarda olduğunu unutan açıklamaları bitmek bilmiyor. 16 yıldır her gittiği ilin hastane fotoğrafıyla konuşmalarını dinliyoruz hala. Doların fırlayışına, ekonominin batışına daha bir açıklama bile getirememiş olmalarında sorun bile görmeden vaatler anlatıyorlar. Utanmadan desek yeridir.

Başkanlığın en büyük argümanı “istikrar” bir yıl bile sürmedi. Erkenden seçime gitmek zorunda kaldı ve yeniden yeniden “neden başkanlık lazım” vaatleri. O başkanlık bir gelirse pir gelecekmiş, herkes bolluklara bulanacak, demokrasiden başımız dönecekmiş. Şükür gelemedi, gelemiyor, kaldı ki gelemeyecek.

Şimdi yüzde 51 işi bitirir diyorlar ya, tıpkı 16 Nisan’da bitiremediği gibi yine bitiremez. Toplumun en az yarısı buna karşıyken yüzde 51’le bile hiç bir şey yapamazlar.

İktidarın zorda olduğu doğrudur. İttifakların oy oranları çok yakın. Bir de hiç yokmuş gibi davranmak istedikleri HDP, barajı yeniden aşacak. İşte bu denklem iktidar için kahredici.

Fakat bütün bunlar iktidarın sonu demek anlamına gelir mi? Gelmez.

Rivayetler

İddialı olmak ile, ilk akla geleni konuşmak arasında büyük fark var. 24 Haziran’a hazırlanan muhalefetin her kesimi açısından oldukça iddialı olunduğunu söylemek yerinde olur. Bunun hemen AKP’den kurtulmamızı sağlamayacağını vurgulamamızın sebebi, kolayca “sonuca bakmak” beklentisinin mümkün olmayışı.

Erdoğan ve AKP, muhalefetin yarattığı atmosfere göre daha olumsuz pozisyonda. En büyük ihtimal AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybetmesi görünüyor. Bu, iktidarı çok zora sokacak.

Diğer büyük olasılık Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını ilk turda alamaması ve bu mümkün. Çünkü oy oranları hala çok yakın.

Diyelim ki, Erdoğan ikinci turda başkanlığı alsa bile 16 Nisan’dan daha istikrarlı bir durum getireceğe hiç benzemiyor.

Ama kaybederse işte o an bambaşka bir sürecin başlangıcı olacak. Üstelik daha da fenası toplum için kimin kazandığı bile o kadar önemli olmayacak.

Bu iki koca sonuç arasında çok büyük fark var ve her dönemin kendi politik karşılığı var. Bu sonuçları yalnızca AKP’nin belirleyebileceğini savunmak da doğru değil. Yani kazanma ve kaybetme olasılığında, hemen AKP’nin başımıza açacağı felaketlere sarılıp şimdiden gard almak çözüm değil. Her sonuç bizim çabamızın, bizim başarımızın ya da başarısızlığımızın sonucu olacaktır. Bu bağlamın uzağında AKP’nin belirlediği oyunun parçası olma rivayetleri ise, hiççiliktir.

Komplo teorileri

Yine de güncel iddialar ile hemen kazandığımız yakın örneklere bakalım.

7 Haziran’a benzerlik AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybetme olasılığıdır. Bu, doğal olarak 1 Kasım süreci beklentisini getirebilir. Ama her öğünde pilav yenmesi mümkün değildir. Ayrıca sürekli pilav yendiği takdirde de, vücudun tepki vermesi çok büyük ihtimaldir. Savaş çıkarmak, meclisi feshetmek, seçimleri yenilemek seçenekler arasında olabilecektir ama sonuçlarının tekrar aynı olması mümkün değildir.

Diğer tablo 16 Nisan sonucu beklentisi. Oyları ne yapıp ne edip çalacaklar beklentisi. Bu da olasıdır ama bu konuda hemen her seçmenin uzmanlaştığını görmemek imkansız. Sandık güvenliği demek artık seferberlik anlamına geliyor. Bu açıdan da bir çok önlem geliştiği açıkça görünüyor. Ama yine de pilav yenildiği takdirde, keza yenecektir, pilavın vücutta 17 Nisan’dan daha fazla tepki vereceği çok açık.

Fakat tekrar söyleyeyim bunlar da AKP’den hemen kurtulacağız anlamına gelmiyor. Burada denklem, kitlelerin yarı yarıya oluşudur. Sonucu AKP-MHP blokunun vazgeçenleri belirleyecektir. Bu muhalefetin etkisizliği değil, tam tersi daha fazla etkileyeceği ve etkilemesi gerektiği denklemini önümüze getirir.

Felaketler

Bu denklemler karşısında, bir uçta 24 Haziran’da AKP kazanırsa sonucuna dayanamayacak olan “sabırsızlar” diye adlandırmak istediğim uç var, diğer ucunda AKP gitse ne, gitmese ne, “hiç bir şey farketmezciler” diye adlandırmak istediğim uç var.

Sabırsızlar, her seçimde AKP kaybetmediği için yeniden kahrolur, mahvolur bir sonraki seçime kadar hiçbir şey yapmak istemez. Çünkü zaten Erdoğan kazanmaya, kendisi kaybetmeye mahkumdur. Bunu değiştirecek hiçbir güç yoktur, bu doğa üstü bir sonuçtur. Bunun karşısında ise kendisi sadece oy vermekle mükelleftir. Bir sonraki seçimde yeniden harekete geçmesi, yalnızca umutsuzluk örgütlemek üzeredir. Sonra da neden yine kaybetti diye, AKP kitlesinin ne kadar cahil olduğunu bir yıl daha anlatmak üzere hazırlıklara başlar. Bu sabırsız seçmen apolitizmi örgütlemek üzere harekete geçmiş bir kitlesellik de taşır.

Diğer uçtaki farketmezci ise, zaten o sorunu bir gün “kökten” çözecektir. Kökten çözmezse her hangi bir adımın hiçbir önemi yoktur. O kök ne zaman nereden gelecek bilinmemektedir, belki de bir bir örgütlenerek yapacaktır, ya da doğal sonuçlar onu oraya getirecektir bunu kimse bilemez. Önemli olan onun kökten çözümü istemesidir, gerisinin bir önemi yoktur. AKP gitse nedir, gitmese nedir, Ha Erdoğan ha her hangi biri, hiç fark yoktur. Seçimler de hiç bir şeydir, oligarşinin aldığı her hangi bir çizik de hiç bir şey değildir.

Bu iki uç kendisinin olumsuzluk örgütlemesi dışında hiç bir özneliği olmadan, aslında seçim süreçlerinin içinden geçmez, sadece savrulur.

Gerçekler ve Siyaset

Bu iki uç arasındaki kitleleri tutacak tek şey siyasettir. Kıran kırana siyaset, toplulukları politize eder, yeniler ve yeniden bu savaşa iter. Siyaset bu iki uç ile sürekli tartışmayı gerektirecektir. En nihayetinde o yüzde 50’yi, 51 yapmak için ikna etme çabasını, doğrulanmayı, yanlışlanmayı getirecektir.

Sabırsızlara ve farketmezcilere sonuçların nasıl değişerek geldiğini, bu seçime gelen süreç yeterince açık gösteriyordur. Bana göre Erdoğan ve Binali Yıldırım arasında dahi büyük fark vardır. Erdoğan’dan kurtulmak ve kurtulmamak tüm ezilenler için, o hafızalarındaki kaybetme kabullenişini silmek için dahi çok önemlidir.

Sağ blok karşısında olan herkes, doğrudan solu temsil etmemektedir elbette, ama merkez sağı karşısına almış, muhalefeti seçmiş ve demokrasiyi savunmak zorunda kalmış bir yüzde 50 gerçeği, işte bu süreçlerin sonucudur.

Artık sonuç yüzde 50’ye yüzde 50’nin kapışmasıdır. Buradan geriye dönülemeyecektir. Kaldı ki, biz sosyalistler, yüzde 99’u hedefine koyanlarız, esasımıza işçi sınıfının tamamını koyanlarız.

İşte böyle bir deneyin içinden geçmek zorunda kalacaktır herkes. Siyaset yapana düşen 25 Haziran felaketi ya da gül bahçesi uçlarında dolaşmak değil, soğuk kanlılıkla, sürecin tamamını örgütleme gerekliliğidir. İlk hedef tek adam rejimini durdurmak, çok yakın olduğumuz gerçek, bu siyaseti yürütmek görevi. Ama havlu atmak yok. Öyle ya da böyle 25 Haziran’da değiştireceğimiz çok olmaya devam edecek.

Geri kalanı hep birlikte görecek, hep birlikte siyasetin içinde cevapları bulmaya çalışacağız. Cevaplar bazen yanlış bulunacaktır, bu da başa gelebilir. Bu riski almak da siyasetin ta kendisidir.

Hiç risk almamak baştan yanlış cevap. Bu riski alıp, 24 Haziran’ın ve sonrasının sonuçlarını atıp tutmadan bulmaya çalışma siyaseti doğru yolu gösterecektir.