Ülkedeki devrimci sınıf mücadelesi özellikle son 20 yılda yerini giderek liberal eğilimli bireyci bir yaklaşıma bırakmakta. Bu durumun gençler için de aynı şekilde olduğunu söyleyebiliriz. Ülke siyasetine katılan gençliğin yerini kendi kariyerini düşünen bir hal aldı. 68 kuşağının dünyayı tahlil ederek onu değiştirme arzusu ve buradan köklenen 80’ler ve 90’lardaki gençlik hareketleri, 21.yy’ın ilk çeyreğinde sönümlenmiş durumda. Bu durumun sebepleri olarak, neoliberal sistemin gençlerin gözünü boyaması ve Ortadoğu’da ve Türkiye’de İslamcı rejimin yükselişini gösterebiliriz.

Gençlikte görülen kabuğuna çekilme isteği artık kanıksanmış ve olması gereken buymuş gibi kabul görmüş, aileleri, öğretmenleri, arkadaşları ve toplumun tüm kesimi tarafından el birliği ile olması gereken durum haline getirilmiştir.

Şuan gençliğe hakim olan görüş şikayet ettikleri koşulları kendi iradeleriyle değiştiremeyecekleri yönünde. İktidar ve sistem eliyle muhalif yönleri akademik ve kültürel bir çerçeveye sıkıştırılan gençler politikleşmekten giderek uzaklaşan bir hatta geri çekilmekte. Bu karamsar hava popüler kültüre, edebiyata, sanata yansıdıkça gençleri daha büyük zincirlerle sarıyor. Gençlik, kötüye giden ülke yönetimine siyaset üreterek direnç göstermek yerine evde ailelerinin “siyasete bulaşma” uyarılarına kulak verip bu sorumluluktan kaçışın yollarını arar vaziyette. Bahsettiğimiz bu siyasi ve sosyal problemlere, solcuların içerisinde dahi gördüğümüz bohemliğin popülerleşmesi durumu gençler üzerindeki ümitsizliği bir hayat tarzı haline getirtiyor.

Artık ne giyeceğinden kiminle yaşayacağına, neye itiraz edebileceğinden saat kaçta nerede bulunabileceğine kadar sıkı bir kontrol altına alınmak istenen gençler, kendi güvenli alanlarını yaratabilmek için yeraltı kültürüyle daha içli dışlı hale geldiler. Gençliğin yeraltına bu çekilişi, bir adım daha gerideki bir mevziyi savunmak olarak da değerlendirilebilir.

OHAL öncesi dönemde var olabilen yeraltı ve alternatif kültürler de bu müdahaleden ayrı kalmadıklarından varlıklarını sürdüremeyeceklerdir. Kamp yapan gençlerin dahi şafak baskınlarında gözaltına alındıkları ve itiraz yükselten diğer tüm kesimler gibi “terörist” olarak damgalandığı bir süreci yaşadık.

Her beş gençten birinin işsizlikle boğuşmak, okurken çalışmak zorunda kaldığı ekonomik kriz koşullarının da bu geri çekilişi daha fazla perçinlediği yadsınamaz. Artan işsiz sayısı içerisinde milyonlara ulaşan gençler geleceğiyle ilgili büyük kaygılar yaşamaktadır.

Gençler özellikle OHAL ve 16 Nisan Referandumu sonrası, üniversite duvarlarından taşan faşizme, siyasetten köşe bucak kaçmalarına rağmen soğuk bir duvara çarpar gibi çarpmış durumda.

15 Temmuz’da ilan edilen OHAL’in, Türkiye’de ne kadar yıkıcı etkilerinin olduğunu gördük. OHAL ile birlikte yükseltilen baskı ortamı, tutuklamalar tüm halkın üzerinde bir korku iklimi yarattı. Bu durum gençlik açısından çok da farklı değildir.

OHAL ile birlikte, Gezi direnişi ile başlayan hareketin yarattığı politik atmosfer, gençlik üzerinde dağılmaya başladı ve yerini kara bulutlara bıraktı.
Bunun iki sebebi var: OHAL ve Başkanlık rejimine direnecek bir kitle hareketinin ve kitleleri harekete geçirecek politik öznelerin eksikliği ve gençliğin her alanda karşılaştığı baskı sonucu daha önce başkaldırdığı rejime karşı gardını indirmesi.

OHAL dönemi ile 12 Eylül sonrası dönemin etkilerinin bu açıdan birbirine benzediğini söyleyebiliriz. OHAL döneminde yaşanan tutuklamalar ve üniversitelere yönelik baskının artması sonucunda gençler üzerinde başlatılan depolitizasyon süreci derinleşmiştir.

Ancak OHAL’i ve gayrımeşru referandum sonuçlarını kullanarak ülke yönetiminde tek söz sahibi haline gelen Saray, sadece gençliği değil toplumun tüm kesimleri sıkışmışlığa hapsetti.
Özgürlüğünü en fazla önemseyen kesim olan gençler, daha önceden parasız ve bilimsel eğitim gibi doğrudan gençleri ilgilendiren problemlerle mücadele ederken, hayatlarının evden okula her alanına yönelen saldırgan ve müdahaleci bir rejimle boğuşmak durumunda kaldılar.

Gençliğin itiraz eden, sürekli hareket halinde olan doğasına hiçbir yaşam alanı tanımayan rejim, gençleri siyasetin seyircisi konumuna itti.

Bu noktada artık devrimci gençliğin üzerine düşen görev gençler üzerindeki bu korku duvarının nasıl aşılacağı sorusunu kendisine sormaktır.

Ekin ekmeden harman beklemek boşa çabadır. Sıklaştırma iradesini göstermediğimiz her safın bir bir dağıtılması sürpriz değil muhakkaktır. Gençlerin içinde bulundukları bu durumdan çıkmalarının yolu elbette devrimci mücadeledir.Gençler pek çok farklı alanda özgürlüklerinin kısıtlanmasına yeterli tepkiyi ortaya koymamış, yanlış politikanın ya da politikasızlığın bir sonucu olarak geri adım atmış olabilir. Gençliğin artık bir adım daha geri gidebileceği bir alan bulunmamakta. Bu bir yandan da bir fırsat olarak değerlendirilebilir çünkü şüphesiz ki arkasını duvara yaslamış olanların hareket edebileceği tek yön ileridir. İleriye gidilmesi için de gençliğin doğru siyasi çizgide ve sınıf bilinciyle devrimci mücadelenin bir parçası olması gerekmektedir.

Eğer gençlik “kaderimize razıyız, boynumuz kıldan ince” demiyorsa hareket etmeli, dinamitin fitili olduğunu hem hatırlamalı hem de hatırlatmalı.

Bu bilinçle bir araya gelen gençler söz haklarını kullanarak faşizme karşı verecekleri mücadelede ancak mutlak bir zafer kazanacaklardır.