Birleşik Emek Koordinasyonu Girişimi olarak, ortak bir dert ve fikir etrafında yan yana geldik ve geçtiğimiz hafta bir bildiri yayınlayarak 17 Aralık’ta bir açık forum çağrısında bulunduk. Yapmayı planladığımız forumda emek mücadelesi önündeki sorunları ve bu sorunlara çözüm olabilecek bir fikir olarak işçi meclislerini hayata geçirmenin olanaklarını tartışmayı umuyoruz. Yani ne dert yeni bir dert, ne çözüm bizim icat ettiğimiz yeni bir çözüm. Ne var ki uzunca bir süredir siyasal mücadeleyi sınıf mücadelesinden ayrı yürüten ve işçi sınfına baktığında karşısında, barındırdığı tüm çelişkilere rağmen toplumsal ve siyasal boyutlarıyla tüm yaşamı üreten gerçek insanlar yerine, sadece belirli oy verme davranışları gören bir siyasal atmosfer içerisinde bu yabancılaşmanın üstesinden gelmeye çalışmak, temel derdi kendimize hatırlatmak ve çözüme yönelik fikirlerimizi ortak bir zeminde yan yana gelerek hayata geçirmek için sebatle emek vermek daha fazla önem kazanıyor.
Bildiri metninin başında değinildiği gibi temel dert bugün sermaye düzeninin fikir ve uygulamaları ile kendi arasında sınır çizmiş bir işçi sınıfı hareketinin yokluğudur. Bu sınırın çizilebilmesi için hem tarih boyunca devam ettiği gibi bugün de devam eden işçi direnişlerini güçlendirebilecek, hem de işçi sınıfının örgütsüz ya da sermayenin temsilciliğini üstlenen siyasal partilere örgütlü olan kesimlerini içerebilecek, bu partilerle bağını kesmeye ve sınıfın bağımsızlığını sağlamaya dönük, sürekliliği olan örgütsel bir yapıya ihtiyacımız var. Bu, ancak sınıf içerisindeki siyasal, toplumsal farklılıkları aşmayı önüne koyan, işçilerin özörgütlülüğüne dayanan birleşik bir emek zeminiyle mümkün olabilir. Neredeyse işçi sınıfı tarihi kadar eskiye dayanan ve işçilerin kendileri tarafından icat edilen özyönetim modelleri, bugün için modası geçmiş değil, her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir zemin. Yakın dönemdeki mücadele deneyimleri bu ihtiyacı daha somut olarak ortaya koyuyor.
78 gün süren Tekel direnişinden, bir yandan sendikal bürokrasinin işçi sınıfına verebileceği zararın boyutlarını, diğer yandan sınıf içi dayanışmanın, farklı iş kollarında örgütlü, farklı emek biçimleri (kafa-kol emeği/güvenceli-güvencesiz ) ve sözleşmelere tabi çalışanların birleşik hareketinin sınıf mücadelesinin kazanımlarını nasıl beslediğini öğrendik. O dönem işçi meclisleri temelinde birleşik bir emek mücadelesi zemininin temelleri atılabilseydi, Gezi’de meclisleşmenin koşulları geliştiğinde afallamaz, bu meclislere sınıf mücadelesi temelinde ve bugün de sürekliliği olan bir çerçeve sunabilirdik. Böylece belki Soma katliamı ve OHAL süresince yasaklanan grevler karşısında daha güçlü durabilmek, bugünün keyfi ihraçları karşısında daha bütünlüklü bir fikir ve eylemsellik geliştirmek mümkün olabilirdi. Sınıf içi birliğin ve dayanışmanın, demokratik bir örgütlenme temelinde söz ve karar hakkının işçilere ait olduğu bir örgütlenme dün olduğu gibi bugün de en temel ihtiyaç. İşçi meclisleri, en başta sınıf içi ayrımları ortadan kaldırmanın ve birleşik bir mücadele zemini kurmanın imkanını yarattığı için bugün temel bir gereklilik olarak karşımızda duruyor.
İkinci olarak, bugün sömürünün tek bir fabrikaya sığmadığı, mekânsal olarak olabildiğine yaygınlaştığı ve taşeron sistemle kademelendiği bir sermaye düzeninde, sınıf hareketinin ihtiyacı sadece sektör ya da işkoluyla sınırlı olmayan işyeri havzaları ve mahallelere uzanan bir örgütlenme modelidir. Yakın zaman önce ziyaret ettiğimiz KodA bilişim işçileri ve DHL kargo işçilerinin direnişinden de anlaşılan mekânsal olarak yan yana iki direnişin birbirine güç verdiği idi. İşçi meclisleri, yine işçilerin özörgütlülüğünden doğan sendikal mücadeleyi dışlamadan fakat onun kapsamını aşarak daha geniş ölçekli bir birliğe vesile olabilir.
Ayrıca işçi meclisleri, işçilerin sadece üretim alanındaki birliğini değil, üretim dışında işçilerin toplumsal alanlarında da elbirliği ve dayanışma gerçekleştirmesine de vesile olabilecek bir modeldir. Bu şekilde işçi sınıfı içerisinde cinsiyet, ırk, milliyet, din, inanç, dil ayrımcılıklarının yeniden üretilmeyeceği ilişkilerin oluşabilmesi için bir zemin sunar. Sermayeden bağımsızlaşmış bir işçi sınıfı kültürünün nüveleri bu meclislerde filizlenebilir ve toplumun farklı kesimlerince zaman zaman bir ihtiyaç olarak dile gelen hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi fikirler sermayeden fikirsel dünyasından bağımsızca tartışılabilme olanağı bulabilir.
Bunlara ek olarak meclis fikri, işçilerin, kendilerini nesneleştiren bürokratik engellerle boğuşmak yerine, kendi kaderleriyle ilgili doğrudan karar almalarını mümkün kılan demokratik bir modelde özneleşmelerini mümkün kılar. İşçi meclisleri, işçilerin kolektif özyönetim organı olarak, işçilere üretim ve yeniden üretim alanında karşılaşılan sorunlara nasıl müdahale edileceğine dair kendi fikrini ifade etme ve karar sürecine eşit ve doğrudan katılma imkanını sunar.
Tüm bunların ötesinde işçi meclisleri, hali hazırda borçla yaşamaya mahkum edilmiş, yakın gelecekte krizin daha güçlü hissedilmesiyle birlikte durumu daha kötüye gitmesi muhtemel işçi sınıfının mevcut sorunlarına bir çözüm ve gelmekte olan süreci göğüsleyebilmesi için bir araç sunabilir. Meseleyi tüm bu boyutlarıyla tartışabilmek için sınıf hareketine emek veren, vermek isteyen herkesi 17 Aralık’ta yapacağımız foruma bekliyoruz.