Kadınların kıyafetlerine yönelik saldırıların arttığı yaz döneminde “Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Tasarı” Meclis Başkanı’na sunuldu, evlenme yetkisi il ve ilçe müftülerine verilmek istendi. Meclis açılır açılmaz bu yasa gündeme getirildi, alt komisyondan genel komisyona geçerken apar topar değişikliğe uğradı, müftülük diye çevrilerek bu yetki imamlara da verilmek istendi. Müftülüklere resmi nikah kıyma yetkisi veren yasa bir gecede bomboş Meclis’ten geçirildi. Ülkemizde toplumun sorunu nikah kıyamamak mıydı?
Neden bu kadar hızlı davranıldı?
Toplumun, kadınların gündeminde daha hayati konular vardı: yaşam hakkı ihlalleri. Kadın cinayetlerinin arttığı, kadınların işkence edilerek öldürüldüğü bir dönemden söz ediyoruz. En güvenli yerlerde bile şiddet uygulamaya, öldürmeye cüret eden erkek egemen bir toplumla karşı karşıyayken; kadınların esas sorunu evlenememek değil boşanamamaktı.
Tolumun en az yarısının onaylamadığı yasa dayatıldı
Müftülük yasası gündeme getirildiğinden bu yana kadınların büyük tepkisiyle karşılandı. Nüfus Kanunu değişikliği gündeme getirildiği Ağustos ayında, kadınların gündemi kıyafetine yönelik saldırıların olması ve buna “kıyafetime karışma” diyerek tepki gösteriyorlardı ve aynı gün “Müftü işine bak, hayatıma karışma” dediler. Yasa Meclis komisyonlarında görüşülürken Helin’in öldürüldüğü yerde eylem yapan kadınlar “Meclis müftüye resmi nikah yetkisi vereceğine, kadın cinayetlerini durdursun” dedi.
Toplumun, kadınların sorunlarıyla, talepleriyle taban tabana zıt bir yasa hızlıca geçirilmeye çalışıldı. Dolayısıyla toplumun en az yarısının onaylamadığı yasa dayatıldı. Bunu Meclis içinde ve dışında kadınlara baskı uygulayarak, haklı eylemlerinin engellenmesinden anlıyoruz. Helin’in babasının, kendisini ziyarete gelen Başbakan’a “Kadın cinayetleriyle ilgili yasalar çıkarın.” sözlerinin medyaya yansıtılmamasından, sansürlenmesinden anlıyoruz. En başta da kadınların yasa gündeme geldiğinden beri bulunduğu her alanda tepki göstermesine Cumhurbaşkanı’nın “isteseniz de istemeseniz de bu yasa geçecek” sözlerinden anlıyoruz. Bu söz seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olarak ‘halkın adına ben karar veririm’ dayatmasıdır. Dolayısıyla Rejim dayatmasıdır.
Peki bu konunun rejimle ne ilgisi var?
Totaliter rejimler her zaman ezilen tüm kesimlerin hakları ellerinden alınarak kuruldu. Ezilenlerin arasında en başta gelenler ise kadınlar ve çocuklar.
Müftülük Yasası ile toplum Ortaçağ karanlığına sürüklenmeye çalışılıyor
Müftülük yasa tasarısı ile Medeni Kanuna aykırı bir biçimde ve laiklikten uzak şeri kanunlara yönelik adımlar atılmaya çalışılıyor, toplum yüzlerce yıl geriye götürmek isteniyor. Medeni Kanunun daha ilk sayfasında “Hiçbir faaliyetin, lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” yazar. Anayasada Diyanet işlerinin belirli görevleri vardır, bunların içerisinde resmi nikah kıyma yoktur. Aynı şekilde anayasa da resmi nikah kıyabilecek memurlar tarif edilmiştir. Buna karşın verilen cevap ise “Biz sistemi buna uygun hale getireceğiz.” Bu ne demek? Anayasada bununla ilgili problem varsa bu değiştirilecek. Bir düzine hukuki düzenleme yapılacak. Memurlara müftü ve imamlar eklenecek. Dolayısıyla bu uygulama, kadınların haklarını geri almak, kadınları yok saymak demek.
Cumhurbaşkanı, resmi nikah yetkisinin din görevlilerine verilmesine karşı çıkan kadınlara “Anadolu’da kız çocuklarının memurdansa, hoca efendilerini dinleyeceği” yönünde yasayı savundu. Erdoğan’ın bu sözü aynı zamanda Anadolu’daki bu geleneğin yaptırımcılığını, mahalle baskısını yeni bir kılıkla, özellikle kadının iradesinin hiçleştirilmesini hedef alacağına ciddi bir vurguydu. Hatırlayalım, “baba kızına şehvet duyabilir”, “6 yaşında çocuk evlenebilir”, “18 yaşında kaşını aldıran kızın üniversiteye giderken, yüreğin parçalanmıyorsa vallahi kıyamet günü cehennem seni parçalayacak.” şeklinde fetvalar yayanlar bu din görevlileri değil miydi? Böyle fetvalarla karşımız çıkan bu din adamları elbette çocuk istismarını devlet koruması altında meşrulaştıracak, çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak.
Kadınlar haklarından vazgeçmeyecek
Aslında yıllar önce zeminini oluşturmaya çalıştıkları bu torba yasa, parça parça önümüze gelmişti:
2015’te resmi nikah şartı olmaksızın imam nikahı yapılması yönündeki ceza kaldırıldı, yasallaştı.
2016 ‘da “Ailenin Korunması” gayesi ile kurulan Boşanma Komisyonu Meclis’te boşanmaları zorlaştıran, çocukların tecavüzcüsüyle evlendirilmesini öneren; kadın haklarını hiçe sayan, 6284 sayılı Şiddetten Korunma Kanunu, Medeni Kanun ve İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler dolayısıyla anayasa ile çelişen bir rapor yayınlandı. Rapor kadınların büyük tepkisiyle karşılandı ve durduruldu.
Yine 2016’da Cinsel ilişkide rıza yaşının 12’ye indirilmesi ile çocuk yaşta zorla evlendirilmeler meşrulaştırılmaya çalışıldı. Kadınlar buna izin vermedi. O “utanç önergesi” kadınların güçlü tepkisiyle geri çevrildi.
Şimdi Müftülük Yasa tasarısını geçirilmesiyle Adalet Bakanı hukuka değil, geleneklere bağlı sözler sarf ederek, kadınların boşanmasını engelleyecek bir uygulama ile karşımıza çıkıyor.
Şunu iyi bilmek gerekir; hukuku toplum belirler. Bugüne kadar kadınlara hakları verilmemiş; ilmek ilmek ördükleri mücadeleleriyle kadınlar o haklarını kazanmışlardır. Kadınların tarihte Oy hakkını elde etme mücadelesi, günümüzde 6284 sayılı koruma kanunun kazanılması bunlara en iyi örneklerdir. Meydanlarda, adliye önlerinde, Meclis kapısına dayanan kadınlara; öldürülen kadınların adalet mücadelesi veren aileleri bu yasaya karşı çıkan o koca topluma boş bir meclisle alınan kararı dayatabilmek mümkün mü? Bir gecede yüzlerce yıl geriye gitmek mümkün değil. Bu kadınlar kürtaj yasasını, çocukları tecavüzcüsüyle evlendirmeyi öngören o utanç önergesini geçirtmediler. Nasıl ki kadınları toplumdan ayrıştırmaya çalışarak pembe vagon uygulaması getirilmiş de olsa fiilen amacına ulaşamadı, toplum uygulamadıysa aynı şekilde Yasa Meclis’ten geçebilir, ancak kadınlardan geçemeyecek.