Arakan’da yaşananları şu günlerde her yerde; ana akım medyada, iktidardan gelen açıklamalarda, sosyal medyada duyuyoruz. Dönem dönem (2012, 2015 ve 2017) bu konu önümüze geliyor. Siyasal İslam konuyu  “neden sessiz kalıyorsunuz?”, “islamofobik batı”, “Müslüman kardeşlerimiz” şeklinde önümüze getiriyor. Bir yandan bir göç dalgası var, diğer yandan ciddi bir manipülasyon mevcut.

Arakan’ı anlamak önemli. Manipülasyonlardan ancak bu şekilde kurtulabiliriz ve toplumu kurtarabiliriz.

Arakan’da katliam var mı?

Evet var. Ancak sadece geçtiğimiz 2 hafta içinde yaşanmadı bu katliam. Yaklaşık 70 yıllık bir geçmişi var. 70 yılını iç çatışmayla geçirmiş ve ordu yönetiminin 1962 yılında el koyduğu bir ülkeden bahsediyoruz. 180’in üzerinde etnik grup var ve 135’i sadece resmi olarak tanınıyor. Geri kalanlar 70 yıldır bir savaş veriyor. Yani aslında bu bir etnik sorun. Bu Myanmar’da sadece Arakanlı Müslümanlar, yani Rohingyalar üzerinden yürütülen bir baskı değil. 

Rohingyalar’a yönelik zulmün elbette karşısında durmak zorundayız. Ancak Arakan Rohingya Kurtuluş Ordusu (ARSA) adlı cihatçı örgütün varlığını da görmemiz gerekir. Cihatçı örgütlerin topluma nasıl zarar verdiğine Suriye’de ve diğer Ortadoğu ülkelerinde son dönemlerde sıkça tanık olduk. Daha çok çeteler şeklinde ve çıkarlarına göre hareket eden militanlardan oluşan bu örgütler, birtakım egemen güçler tarafından desteklenerek savaş körükleniyor. 

Bu günlerde Rohingyalar’ın bu denli ön plana çıkmasının sebebi bu. Myanmar tarafından tanınmayan diğer etnik kökenlerden insanlar da uzun zamandır bu göç dalgasına dahiller yoksa. 

Sorun İslamofobi mi?

Biz bu yazıda daha çok bu katliamın ele alınış biçimini merkeze koyacağız. Katliamın özellikle iktidar tarafından en çok merkeze alınan kısmı: İslamofobi. Ülkemizde yaratılmaya çalışılan algı ise Budistlerin Müslümanlara katliam gerçekleştirdiğidir. Şunu ortaya koymamız lazım. Katliamlar bütün bir etnik veya dini kesime mâl edilemez. Ayrıca katliamlar yalnızca Müslümanlara yapıldığında karşı çıkmak da insanlığa sığmaz. Ezilenlere yönelik bir zulüm varsa dinine veya hangi etnisiteye bağlı olduğuna bakmadan karşı çıkmak gerekir. Filistin’e uygulanan ambargonun sorumlusu İsrail Devleti’dir, İsrailliler değil. Arakan’daki Müslümanlara uygulanan baskının sorumlusu da faşistlerdir, Budistler değil. 

Buradaki sorunun temel kaynağı diktatöryal rejimlerdir. Onca etnik grubun olduğu ülkede, egemen sınıflar, alt sınıfları birbirine düşürerek, iktidarını sürdürüyor. Myanmar, ekonomik olarak yüksek büyüme hızlarını yakalarken halkın önemli bir bölümü içme suyu, elektrik gibi temel ihtiyaçlara erişim sağlayamıyor. 

Faşist rejim, etnik baskının dümenini Müslümanlara çevirmiş durumda. Sadece islamofobi demek sorunu yavanlaştırıyor ve batı ülkelerine saldırmak için basit bir koz olarak kullanılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan anında batı ülkelerini “sarsan” lider pozisyonuna geçiyor. Filistin ve Mavi Marmara sorununda da benzer pozisyondaydı ama şimdi çıt çıkaramıyor. Filistin’de yaşanan da islamofobi değil mi? Yıllardır sürüyor ama dün “one minute” denirken bugün İsrail ile el sıkışılıyor, Mavi Marmara dosyası düşüyor.

Arakan’ı nasıl ele alıyoruz?

İktidar için Myanmar’daki sorunu çözmek gibi bir dert yok. Maksat ülkedeki seçmeninin bu konudaki hassasiyetini okşamak. Bakanlar tarafından dahi paylaşılan farklı dönemlere ve ülkelere ait onlarca yanlış görüntü var. Neyse ki bu görüntülerle ilgili gerçekler ortaya çıktı ve internet üzerinden hayli yayıldı. Ancak sadece bu fotoğrafların gerçek olmadığını söyleyip “katliam falan yalan” dersek biz de yavan bir muhalefette kalmış oluruz. Göç dalgasına, köylerin yakılmasına ait görüntüler bariz ortada. Sonuçta 88 milyonun karşısında 1 milyon kişiden bahsediyoruz. Rohingyalar burada azınlık. 

Siyasal İslam, samimiyetten uzak “Müslüman kardeşlerimiz” laflarıyla Arakan’ı propaganda malzemesi olarak kullanıyor. Tek amaçları, bu gündemi kullanarak daha fazla oy alabilmek. 

Sadece bayram öncesi iktidara yakın kurumların para toplamak için “katliam yalanını” uydurduğunu söylemek de yavandır. Bu kurumlar tabii ki bu tür saldırıları ceplerini doldurmak için kullanıyorlar. Bunun daha önce Deniz Feneri, İHH gibi para tuzağı yerlerde örneklerini gördük. Ama bir gerçek nasıl ortaya çıkarsa çıksın, o gerçek ortaya çıkmıştır. Burada tek argüman bu dolandırıcı kurumları söyleyip konunun üzerini kapatmak olmamalıdır.

Peki sorun ne?

Sorun ‘Batı sorunu’ değil. Sorun emperyalizm sorunu. Myanmar, 1824’ten 1948’e kadar Britanya sömürgesi altında kalmış olan bir ülke. Birçok emperyalist ülkenin yaptığı gibi burada da ‘böl-yönet’ taktiği uygulanıyor. 1948’de bağımsızlık geliyor, hatta ülkedeki etnik gruplara kendi kaderlerini tayin hakkı veriliyor. Ancak bu hakkın mimarı Aung San ve kabinesindeki 6 kişi suikasta kurban gidiyor. Halen tam olarak netleşmese de, suikastın arka planında İngiltere’nin olduğuna dair ciddi deliller var. Bu suikasttan sonra ordu yönetime el koyuyor ve ülkede bitmeyen bir iç savaş sürüyor.

Birleşmiş Milletler’de konuşulanlar, yetkililerin duyarlılık kasan açıklamaları hikaye... Myanmar’daki çatışma, iç savaş arttığı müddetçe emperyalist ülkelerin buraya müdahalesi bir o kadar kolaylaşır. Ne maddi yardım ne de Nobel Barış Ödülü alan Su Çi (şu an devletin başındaki kişi) bu sorunu çözebilir. Emperyalizm var oldukça sorun devam edecektir. Bu durum tarihte bize en yakın olan şu gerçeği bir kere daha hatırlatmakta: Lozan Antlaşması’yla, Sevr Antlaşması’nın yırtılması önemli bir adımdır.