Son yıllarda dünyada art arda gelen ve bir kesim için şoke edici sonuçları olan seçimlerin sonuncusu geçen hafta Birleşik Krallık’ta yapıldı.

Niceliksel olarak birinci parti olan Muhafazakar Parti (CP) seçimi kazandı denebilir. Fakat, 2015 seçimleriyle karşılaştırıldığında, 13 daha az sandalye kazanarak tek parti iktidarını kaybetti. Diğer yandaysa, 2015 seçimlerinde aldığı yüzde 28’lik oy oranını, tüm karalama kampanyalarına ve İngiliz medyasının diliyle “dış kapının mandalı“ olmasına rağmen yüzde 40’a çeken İşçi Partisi (LP) lideri Jeremy Corbyn var.

Yıllarca İşçi Partisi’nin sol kanadında çalışmış biri olan ve aslında İngiltere’de yıldız bir siyasetçi olarak tanınmayan Corbyn’in yükselişi hiç tesadüf değil. Seçim kampanyası boyunca “Sosyalizm gerçek adaleti, kapitalizmse mutlak adaletsizliği üretir“ gibi öğretisel bir biçimde değil, kampanya döneminde de kullandığı “Daha azımız için değil, çoğunluğumuz için“ sloganı ile aslında tavrını net şekilde ortaya koydu: Siyaseti, toplumdaki bir grup insanın kendi aralarında konuşabileceği, kendilerine has sorunları üzerinden değil; “ayrıcalıklı“ bir azınlık dışında tüm toplumu ilgilendiren yaygınlaşmış sorunlar üzerinden, örneğin gelir eşitsizliğini ve işsizliği merkeze koyarak yürüttü.

Farklı birçok soruna odaklanmaya çalışmaktansa, meseleyi bu çok sayıda sorunun asıl nedeni olan temel mevzuya getirebildi. Bugün birçok sorunumuzun temelinde yatan ve tüm toplumun ortaklaştığı bir kavram olan “adalet“ üzerine bir siyaset yapılması gibi.

Corbyn kendini övenlere benziyor mu?

Corbyn kamulaştırmayı, ücretsiz sağlık ve eğitimi savunan, kemer sıkma politikalarına itiraz eden bir programla İngiliz halkının karşısına çıktı. Zira bu programda yer alan vaatler, temelinde herkesi bir şekilde etkileyen sorun türleriydi. Corbyn AB’nin ekonomik baskıcılığından bunalan emekçi halkın neye ihtiyacı olduğunu saptadı ve partisini bu rotada ilerletti. Bunu kuru, ısrarcı bir propaganda ile yapmadı, ülke genelinde ajitatif bir seçim siyaseti yürüterek gerçekleştirdi. Corbyn ve ekibinin muhafazakarları köşeye sıkıştırması, asgari sosyalist programını tekrar tekrar anlatması ile değil, politik akıl yürütmesi ile alakalıdır.

Türkiye solunun, ama özellikle seçim sonuçlarıyla “şoke olan“ veya olmuş ama olmamış gibi yapan yapıların muhakkak  bu seçimden de çıkaracağı dersler vardır ve olmalıdır. Yoksa siyaset ciddi iştir, hele ki yaşanmışlıkların üzerine gelen “şaşırmalar ve afallamalar“ ile eylem üretilemez.

Türkiye solunda İşçi Partisi’nin Birleşik Krallık’taki yükselişine imrenme eğilimi gözlemlenebiliyor. Dünyanın herhangi bir yerinde sol siyasetin kitlelerle buluşabilmesi elbette ki imrenilesi bir şeydir. Fakat insan merak etmeden edemiyor, acaba Corbyn bu asgari sosyalist programıyla tüm Türkiye çapında siyaset yürütseydi, ülkemiz solundan ne tepki alırdı?

Kendisini İstanbul’a getirelim

Kendimizi Türkiye solunun genel meselelere uzak kalmayı tercih eden bakış açısına sahip biri olarak hayal edelim. Jeremy Corbyn’i tutup İstanbul’a getirelim ve Türkiye’deki siyasal ortam üzerine bir sohbete başlayalım. Ne anlatsak? Seçim sandığına “sığmayan” halk hareketlerini mi? Önemi sorgulanabilen seçim sonuçlarını mı? Geçip gittiği için şükrettiğimiz başkanlık referandumunu mu?

“Corbyn Bey, ülkemizde diktatörlük tehdidi mevcut. İktidar son referandumda bir devlet kurumunu resmen kendi parti organı gibi kullanarak monarşiye benzer yeni bir rejimin inşasına girişti. Fakat biz emin olamayabiliyoruz, genel siyasetle mi ilgilensek yerel sorunlarla mı? Acaba seçimler gerçekten bu kadar önemli mi? Bu gibi şüpheleri içimizden atmakta zorluk yaşıyoruz. Ha, tabii sizin elde ettiğiniz seçim başarısı elbette ki dünya sosyalist hareketi açısından son derece değerlidir. Sizi ve duruşunuzu beğeniyoruz, orada bir problem yok.”

Muhtarlık seçimleri ya da genel seçimler

İngiltere’de asgari sosyalist programla yüzde 40 oy alan Corbyn’in ilgisini oldukça çekecek bir anlatı bu. Kendisi de bunu oldukça ilginç bulabilirdi. “Acaba bu arkadaşlar benim neyimi beğendiler?” diye düşünebilirdi; “Madem ‘acaba seçimler bu kadar önemli mi?’ diyebiliyorlar, benim başarımı neden önemli bulsunlar ki?” diye kendi kendine sorabilirdi.

Corbyn’in seçimlerde ortaya koyduğu manifestoyu ve bunun uygulanışını yukarıda anlattık. Buradan hareketle, “Corbyn Türkiye’de olsa nasıl bir solla karşılaşacak ve tepkisi ne olacak?“ konusunu canlandırdığımızda, cevap pek iç açıcı görünmüyor. Zira güncel siyaset ekseninde, yaygın sorunları bir ana meseleye bağlayarak bütünsel bir politik hat çizen Corbyn’in, bu bütünselliği alt üst edip bütünün bir parçasıyla çözüme gitmeye çalışan Türkiye solu arasında açıkçası dağlar kadar fark var. Bu tutarsız durumu ortadan kaldırmak için de bu sol artık seçimini yapmalı ve beğendiği “muhtarlık seçimlerine“ mi yoksa, Corbyn’in de önemsediği  ülke çapında değişim iddiası yaratan “genel seçimler“ için bir politik söz söylemeye mi hayranlık duyacağının kararını vermelidir.

*Yarın dergisinin 6. sayısında yayımlanmıştır.