Geldiğimiz aşamanın farkında olalım: Monarşiye hayır denmesi gerektiğini söyledik, kim olursak olalım aynı sözün altında birleştik. Milyonlarca insanla birlikteydik. Neden birlikteydik? Bir siyasi haritada aynı konumdaydık. Yalnızca gideceğimiz yolu belirlemeye çalıştık, ter döktük ve koca ülkenin yarısıyla omuz omuza olduğumuzu gördük.

Defalarca kaderci olduğu, “adam olmayacağı” söylenen halkımızın yarısı hayır demiş ve monarşi sevdalılarını tir tir titretmiştir. Düşünebilen her insan topluluğu gibi, tutarlı bir iradenin yanında durabileceğini göstermiştir. Onlardan yanıtımızı aldık, bilincimizi yeniledik. Bundan sonra ne yapacaksak halkımızın diktatörlüğü reddettiğini unutmadan, onlara da unutturmadan yapacağız. Günün devrimci görevi budur.

Tekrardan temiz bir sayfa açamayız. Bilindik sözleri yineleyemeyiz. Oyun oynamıyoruz, beceremediğimiz yerde kaydettiğimiz yere dönemeyiz. Başlangıç bir kere yapılır ve biz o evreleri çoktan geçtik. Artık resmen “olayların içindeyiz”. Büyük meselelere müdahale edebildiğimizi, akıl ve özverinin sonuçlarını aldığımızı görmeliyiz. Zira karşımızdaki güç, yeni bir rejim halinde gün geçtikçe billurlaşıyor. Zorbalığını tek siyasal gerçeklik olarak dayatıyor. Toplumdaki diğer her kesimi siyasetsizleştiriyor. Tutarlı ve kapsamlı bir siyasal hattın tek umudumuz olduğu şu günlerde, söylenecek hiçbir temelsiz söz, bir araya gelen hiçbir belirsiz topluluk, hazırlanan hiçbir ezbere metin siyasal bir nitelik taşıyamaz. Siyasal nitelik taşımaya direnmek, halkın hayır iradesini hiçe saymak demektir.

Dost kara günde belli olur, kara gün bugündür

Amaç her zaman doğrudan söylenmez. Genelde, yapılan şeyin ortaya çıkan sonucu  ile belirlenir. Eğer zorlu şartlarda yaptıklarınız hiçbir şeyle sonuçlanmıyorsa, hiçbir şey istemediğiniz sonucuna varılabilir. Söyledikleriniz anlamsızsa, çözümleme arayışı içinde olmadığınız düşünülebilir. Eskiler “Dost kara günde belli olur” der. Önümüzdeki mücadele süreci, adeta bu anlamlı sözün pratiği olacak. Topluluk ve bireylerin değeri, niyet okumalarıyla anlaşılacak.

Eğer “aydınlar”, bu topluma ait iseler koşullar bundan farklıymış gibi davranamaz. Karanlığa renk katamayan hiçbir ışık, çıplak gözle ayırt edilemez. Milyonlarca insan mevcut durumu sorunlu gördü ve reddetti. Onlar çözüm arayışındayken; 1000 kişilik toplantılarda bazı genel şeyler hakkında metinler yazmak, aydınların görevi değil ancak başarısızlığı olabilir. Bilinçli kişiler topluluğu, toplum için güzel dileklerini kamuoyuna iletebilir. Bizde olduğu gibi, bunu defalarca da yapabilir. Fakat halk için 1000’lerce dilek, halk ile ilerlenen tek bir yol  kadar “gerçek” olamaz. Hedef en güzel şeyleri söylemek değil, halkın kendi iradesini ortaya koymak olmalıdır. İrade mücadele ile somutlaşır. İlkeler onunla anlam kazanır. Ki her gösterişli metinde yer alan demokrasi, barış, özgürlük gibi sözler öylesine kullanılabilecek sözler değildir. Toplum yaşamında ağırlığı olan, yeri geldiğinde insanların uğrunda ölümü göze almış olduğu kazanılmış değerlerdir.

Demokrasi talep edilebilir mi?

Referandum sürecinde tek derdimiz, demokrasinin ilga edilebileceğini halka anlatmaktı. Evet’in ne anlama geleceğini herkes biliyordu. Tek adam iktidarı için anayasa taslağı hazırlayan bir hükümetin, demokrasi adına hiçbir şey yapmayacağı gün gibi ortadaydı. Öyle de oldu, referandumun nasıl sonlandığını gördük. Koca bir devlet aygıtının, monarşinin tesisi için kullanılmakta olduğunu da.

Yani düşüncelerimiz, çetin bir savaşımla elde ettiğimiz aygıtlarımızın etkisini arttırmaya yönelik olmalı. Türkiye’nin demokrasisini inşaya aday olmalıyız. Kapısı çalınacak, ricacısı olunacak bir kurum yoktur. Bilinmelidir, OHAL rejiminin son bulmasını ve gayrımeşru anayasanın iptal edilmesini talep edemeyiz. Ancak kendi mücadelemizle sağlayabiliriz. Saygıdeğer aydınların, bu durumun idrakında olmamalarına imkan yoktur.

Birlikler tartışma ile oluşur. Herkesin söylenmiş ve söylenecek tüm sözlerde hemfikir olduğu toplantıların -tüm saygılarımızla- pilav günlerinden farkı yoktur. Şu anki tartışma zeminlerimiz, hayır mücadelesi ile kurduğumuz meclislerimizdir. Hoş ya da değil, hayır ile varoldular ve aynı yolda ilerlemeye devam ediyorlar. Meclisler, eğer ki başarabilirsek, demokrasimizin temellerini oluşturacak ve halkın rejime “seslendiği” merkezler olacak. Binbir uğraşla elde ettiğimiz politik aygıtlarımızda irade geliştirmek yerine, “talepte bulunmak” havaya konuşmaktır. Havaya konuşmak da, her sözün değerlendirildiği meclisleri, halkımızla akılcı bir siyaset üretebileceğimiz gerçeğini yadsımaktır.

Hiçbir şey olmamış gibi davranılabilir mi?

Davranılamaz. Çatışmacı ortam, nefret dili, hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, ahlak aşınması gibi günümüz gerçekliklerinin sorumlusu bellidir. Siyaset resmi olarak Evet ve Hayır olarak bölünmüştür. Türkiye’de bu iki etmenden bağımsız hiçbir tez yoktur. Rejimle işbirliği yapabilecek kadar servet yoksa, “salonlardan 80 milyona seslenmek” gibi kaygı bozukluklarından kurtulmak gerekir. Hala bazı kesimler tarafından anlaşılmamış olacak ki burada, hayatın kimse için eskisi gibi olmayacağını tekrardan belirtelim. Umalım ki birlikteliklerimizi politik açıdan anlamlı hale getirebilelim ve ilerleyelim.

Biz iddia ediyoruz: Önümüzde sağlam bir duvar var, ancak üzerine yürürsek yıkılacak.


*Yarın dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır.