AKP’de 16 Nisan referandumunun yarattığı depremin artçıları sürüyor. Erdoğan, ülkedeki tüm muhalefetle birlikte, AKP içerisindeki tüm potansiyel muhalefeti de baskı altına alıyor. Referandumda, sessizce çalışan “AKP’li muhalifler” en çok şu durumu anlattı: “Rejim aynı kalsın yine Erdoğan’ı seçelim”
Tabii bu durumun ardından kritik soruları şuydu: “Ne istedi de vermedik? Hala ne istiyor?”
Erdoğan ne istediğini açıkça söyledi: “Biz 14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız. Ama hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.”
İşte Erdoğan’ın bu sözü Saray ve çevresinin içine düştüğü darboğazı da gözler önüne seriyor. Erdoğan kendi yarattığı çorak topraklarda, bir filizlenme beklentisi içinde ne istediğini belli ediyor.
Peki bu mümkün mü?
Tabii ki mümkün değil. Erdoğan’ın yıllardır yürüttüğü siyaset “Bana güvenin” siyasetidir. Erdoğan ne zaman sıkışsa tüm çevresine “bana güvenin” dedi. Güvenmeyenleri, güvenemeyenleri ise tasfiye etti. Saray, çevresinden sadece “kendisinin çok gizli, çok mükemmel planını” uygulamasını istedi. Hatta zaman zaman bazı Bakanların “Tayyip Bey’in bir bildiği vardır” açıklamalarını bile duyduk.
Tayyip Bey’in de bilmedikleri var
Aslında Erdoğan sosyal ve kültürel yetersizliklerini 16 Nisan’dan önce fark etti. Bunu, referandumun hemen öncesinde tartışma programlarında, birden önümüze çıkan sözüm ona entelektüellerin, sürekli olarak “Erdoğan’a güvenin” söylemleri, Saray çevresinde öbekleşen kişilerin, başta kendilerinin bodurlaştığını görmemizi sağladı.
Hatta somut olarak şunu da söyleyebiliriz ki Saray çizgisine katılma kararlarını açıklayan pek çok sanatçı, aydın, entelektüelin adı hiçbir yerde okunmaz oldu. Çünkü başta eleştirelliklerini, sonrasında ise üretkenliklerini kaybettiler. Çünkü onlar da Erdoğan’a güveniyorlardı ve Tayyip Bey’in bir bildiği vardı.
Oysa Tayyip Bey de şaşkın. Nasıl oluyor da bu kadar baskı, bu kadar sansür, bu kadar imkanla sosyal ve kültürel alana müdahale edemiyordu? Kafasındaki deli sorular Erdoğan’ı yiyip bitiriyor olmalı ki bu sorunu çıkıp televizyonlar karşısında söyleyiverdi. Erdoğan, çocuğum dediği partisini öyle bir yapıya taşıdı ki yapı artık sadece kendi kendisini öğütür hale geldi.
AKP’de Yeni Hedef: Gerçeğe Muhalefet, Akla İsyan
Saray çevresi nihai siyaset hedefine ulaşmış vaziyette: Biat et, rahat et. Ancak bu hedefe ulaştıklarında hiç de rahat olamadıklarını görüyorlar.
Bir türlü kaçamadıkları, kaçsalar bile çoğunluğu peşlerine takamadıkları gerçeklik önümüzde ve önlerinde dağ gibi duruyor. Sosyal ve kültürel alan ancak gerçeğe ve akla yaslanabilirse üretken olabilir.
Toplumun gerçeklerinden uzak olmaları bir yana tarihin gerçeklerinden bile kaçırmaya çalıştıkları sinema, tiyatro, dizi ve diğer sanatsal alanlarda döne döne yine, AKP’ye muhalefet eden sanatçıların eline bakmak zorunda kalıyorlar. Ama yine de içine düştükleri bu sarmalın, işin doğasından kaynaklandığını kabul etmek istemiyorlar.
Yıllarca “dindar ve kindar” partili gençler yetiştirme politikasıyla sonunda sadece holiganlar yetiştirdiler. Şimdi Erdoğan, rejimini kime emanet edeceğini bile gözüne kestiremiyor. Bilal’den zaten ümidi olmayan Erdoğan, damat Berat’ı da belli ki yeterli görmüyor. 19 Mayıs dolayısıyla AKP Gençlik Kolları’na “reformlarımız ve devrimimiz size emanet” derken kendisi bile inanmıyor buna.
Padişah kıyafetleriyle dolaşmak, okçuluk merakı ve 1453 kamyonu peş peşe dizmeyi marifet saymak sadece Osmanlı’yı değil, Osmanlı Hanedanı’yla halkın arasındaki uçurumu ve marjinalleşen Saray ve çevresini de hatırlatıyor. Oysa Osmanlı Padişahları da halkla aralarındaki bu uçurumu anlamaya, anlamlandırmaya çalışmış ve kendi aydınlarını yaratmak amacıyla bilim ve sanatla tanışmış ancak bu sefer de biat etmeyen, eleştirel bir toplumun önünü açmış, bir anlamda istemeden de olsa gelişimine katkı sağlamıştır.
Erdoğan’ın içine düştüğü sarmal işte tam bu noktada başlıyor: hem sosyal ve kültürel gelişim hem de biatçılık mümkün değildir. Sosyal, kültürel gelişim eleştirelliğin önünü açar ki bu Erdoğan’ın olmasını hiç istemediği konu. Biatçılığın yükselmesi ise baskıyı getirir ki bu da AKP’nin meşruluğunu ortadan kaldırır ve çıkar grupları sadece bir kişinin diktatörlüğüne “güvenmek” zorunda kalır.
Bu anlamda da Erdoğan’ın yanında saf tutan entelektüel kırıntıları ise bir daha düşünmelerine gerek olmayacakları bir diktatörlüğü destekliyor. Yıllardır tek öğrendikleri suyu bulandırmak. Bütün marifetleri gerçeğe muhalefet etmek olan bu kesimin çabaları ise Erdoğan’ı tatmin etmediği gibi halkımıza da inandırıcı gelmiyor. Özellikle de gençleri ikna edemiyor.
Çünkü Gezi direnişinden sonra 4 seçim, 1 referandum deneyimi olan ve iletişimin bu kadar geliştiği bir dönemde hiçbir gence fes taktıramaz, entari giydiremezsiniz. Erdoğan bunu, birkaç şarlatan dışında, kendi partililerine bile yaptıramaz. Ne yaparlarsa yapsınlar eninde sonunda aklın sınırına çarpıyorlar.
Gençler biat etmeyi değil Gezi’de olduğu gibi özgürlüklerini tercih edecekler; referandumda olduğu gibi hayır diyeceklerdir.
Çünkü artık kimse kapısının önündeki su birikintisinde oynamıyor. Su bulandırılamayacak kadar büyük. Artık açık sulardayız. Artık çok olan biziz. Çok olan Orta Çağ karanlığına karşı laikliği savunanlardır. Meşru olmayan ve marjinalleşen ise fesleriyle fotoğraf çektirenler, her yere okçu heykelleri diktirenlerdir.
Gerçeği yok sayan azınlığa karşı aklı ön plana çıkarmak çağın getirdiği sorumluluğumuzdur. Aklı inkar edenlerin sonunu, tarihi yaratanlar, yani direnenler yazacak.
*Yarın dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır.