Referandum sonrası  yukarıdaki sorulara cevaplar aranıyor, tartışılıyor. Bu durum gayet iyidir, olması gerekendir. Toplumun ve mücadelenin önü sorulara cevaplar arayarak ve sorunları aşa aşa açılır.

Başka bir kapitalizm var mı?

Referandumdan çıkar çıkmaz, AKP kıdem tazminatı uygulamasını kaldırıp yerine fon sistemi getireceğini ve bunu kısa sürede hayata geçireceğini açıkladı. Peki bu sorunun yukarıdaki rejimle mücadeleyle ilgili sorularla alakası var mı?  Yani rejime karşı mücadele ile herhangi bir ekonomik hak eşitlenir mi? Tabii ki de eşitlenmez.  Ama egemenliğin tek kişide toplandığı bir sistemde, tüm kazanılmış haklar açık saldırı altındadır. Bu koşullarda da konuyu, soyut bir kapitalizm sorununa indirgeyemeyiz.

“FETÖ temizliği” amacıyla çıkarılan KHK’lar ile binlerce kişi belirsiz gerekçelerden dolayı işinden, temel vatandaşlık haklarından edildi. Fakat KHK’lar Erdoğan’a, sadece işçilere değil işverenlere de müdahale etme olanağı veriyor. Nice büyük şirketlere, holdinglere kayyum atandığını gördük. İktidarın yeni ortakları aracılığıyla, eski ortaklarına el koyduğunu  gördük. Yasama, yürütme, yargı ile birlikte, ülkedeki sermaye sınıfını da kendi etrafında bir araya getirmeye niyetli olduğu ortada. Hem de bunu yapmak zorunda. Dolayısıyla Türkiye’de, referandum sonrası inşa edilen yeni rejimden başka bir kapitalizmden bahsetmek mümkün değildir.

Kıdem tazminatı hakkına neden saldırılıyor?

Sermaye hükümetleri, siyasal konumlarını sağlamlaştırmak için yatırımcılara teşvikler yapar. Şu an Türkiye’de, alıştığımız düzeyde sürdürülebilir bir yönetim yok. AKP hükümetinin ülkeyi içine soktuğu siyasal krizler, tüm ülkenin ekonomik yapısını zedelemiştir. Burjuva hukukunun temeli olan mülk edinme hakkı bile çiğnenmiş, yatırımcılar adına güvenilir bir ortam kalmamıştır. Artık iktidarın sermayeye yapabileceği en iyi teşvikler, emekçilerin kazanılmış temel haklarını ellerinden almak olabilir. Sermaye temelde emekçilerin sırtından edindiği kar ile varolabiliyorsa, onların elinden ne kadar çok alınırsa iktidarın etrafında kenetlenen o kadar memnun sermayedar olur.

Kıdem tazminatı hakkının fona devredilmesi tartışması yeni değil, 70’li yıllardan beri sürmektedir. AKP döneminde de, konuya dair pek çok taslak hazırlandı.  Bugüne kadar işçi sınıfı, bu saldırılara direnç gösterebildi.  Fakat şimdi grevlerin “milli güvenliği tehdit edici” görüldüğü, bir gecede kiralık işçilik yasasının meclisten geçebildiği bir dönemdeyiz.  Toplu iş sözleşmelerinde, asgari ücret görüşmelerinde sermaye temsilcileri kendilerinden hiç olmadıkları kadar emin. Türkiye’de sendikalaşmanın ne kadar az, varolan sendikaların da iktidar tarafından ne kadar etkisizleştirildiğini biliyoruz.

Kıdem tazminatı siyasaldır

Demek oluyor ki, kıdem tazminatını sadece ekonomik, işçi sınıfına özgü bir mesele olarak ele alamayız. Konuşulan tüm demokratik sorunlar gibi, dibine kadar siyasaldır. Siyasal anlamda ele alınması gerekir. Bir sermaye devleti üzerine sultanlık kuruluyorsa, onun üzerine yürümeden işçi sınıfı hiçbir kazanım sağlayamaz.

Referandumda büyükşehirlerde, ekonominin atardamarı olan merkezlerde hayır oyları daha fazlaydı. Buradan kabaca “işçilerin çoğunluğu hayır demiştir” demek doğru olmaz. Fakat belirleyici rolünü gözardı edemeyiz. Demokratik hakların ayaklar altına alınmasının, emekçilerin tüm yaşantısı ve mücadelesi üzerinde etkisi vardır. Sendika hakkı, sekiz saatlik çalışma günü, kıdem tazminatı gibi haklar çetin mücadeleler sonunda hukukta yer bulabilmiştir.

Bu tabloyu gördükten sonra, demokrasinin emekçilerin konusu olmadığını söylemek yanlıştır. Bugün kıdem tazminatı için mücadele, sadece sendika toplantılarında veya ekonomi komisyonlarında konuşulacak bir sorun değildir.  Tüm demokratik hakların yadsınması anlamına gelen ve meşru olmayan rejimle doğrudan alakalıdır.

Emekçilerin mücadelesi, ancak bu minvalde anlamlı olacaktır.

 

*Yarın dergisinin 4. sayısında yayınlanmıştır.