1970’lerde miydi, yoksa 80’lerde mi ortaya çıkmıştı? Doğrusu karıştırıyorum. Sanırım 80’lerdeydi. Tam adını da hatırlamam mümkün değil ama benim yaştakiler hâttâ biraz daha gençler, “Düşünün Antalya’da Mutlu Bir Hollandalı” denince şarkıyı şıp diye hatırlayacaktır.

İçinde şöyle sözler vardı:

“İnsanlar bir arada hayattan zevk almalı/Düşünün Antalya’da mutlu bir Hollandalı/Türk, İtalyan, İngiliz bir Bodrum gecesinde/Rakı bardaklarında kardeşliği bulmalı”

Düşünün, TRT’de boyuna bu şarkı ve klibi oynardı; rakılı makılı şarkı devletin TRT’sinde… Düşünebiliyor musunuz? Hayır mı? Zaten şu günlerde Antalya’da mutlu ya da mutsuz herhangi bir Hollandalı düşünmek de giderek zorlaşıyor.

Hikaye malum… Bizim bazı bakanlar önce Almanya’ya sonra Hollanda’ya gidip, kültürel etkinlik adı altında, Türkiye’deki referandumla ilgili “Evet”kampanyası için siyasi etkinlikler düzenlemek istediler. Daha önceki zamanlarda bunlara siyasi kampanya değilmiş gibi göz yuman Almanya ve sonra da Hollanda bu kez toplantılara izin vermedi. Hollanda işi iyice kaba bir noktaya çekti. Oradaki “sağ popülist” (artık faşistin utangacına böyle deniyor)  Özgürlük Partisi (PVV -Partij van de Vrijheid) lideri Geert Wilders, fırsat bu fırsat oradaki Türk ve Müslümanları, sanki AKP karşıtlığı yapıyormuş gibi açıkça hedef aldı. Anlaşılan böylelikle oyunu da arttıracağını düşünüyor. Kimi siyaset yorumcularının da bir sağ popülist parti olarak gördüğü AKP de, anlaşılan aynı şekilde bu krizden iç politikada, özellikle de referandumda “Evet” yönünde olumlu bir etki bekliyor. Sonuçta bir “kazan-kazan” stratejisiyle düşman kardeşler arası bir mücadele izleniyormuş gibi görünüyor, özellikle de tarafsız gözlemcilere…

Bunun iyimser bir sonucu da var… Tarafsız gözlemciler hem Hollanda’daki seçimler (pek bir şey kalmadı 3 gün sonra 15 Mart’ta yapılacak) hem de Türkiye’de referandum bittiğinde (ki ona da fazla bir süre kalmadı) tansiyonun düşeceğini düşünüyor. Gerçekten öyle mi olacak? Bu biraz sonuçlara bağlı bir; iki, bu kriz varsayalım ki seçimlerle geldi geçti, yine de krizin muhakkak ki yakın dönem için bazı olumsuz kalıntıları olacak.

Öncelikle eğer bu kriz beklendiği gibi Hollanda’da sağ popülist Geert Wilders’ın oyunu arttırırsa, bunun Almanya ve Fransa seçim kampanyalarında da Türkiye’ye, Türk ve Müslümanlara karşı olan olumsuz havayı daha da arttıracağını hesaplamak şaşırtıcı olmaz. Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimi şunun şurasında 23 Nisan’da başlıyor. Bilindiği gibi iki turlu ve bir diğer sağ popülist Le Pen (Baba Le Pen değil, bu kez kızı Marine) yükselişte…  Alman seçimine daha var; oradaki federal meclis seçimi 24 Eylül’de ama eğer sağ popülist dalga Avrupa’da yükselirse bunun Alman muhafazakarları (Başbakan Merkel’in partisi) başta olmak üzere, seçime kadar bütün politik iklimi Türkiye açısından olumsuz etkilemesi kaçınılmaz. Zaten şu anda olan bitenlerde de bunun payı var.

Böyle bir konjonktürde Türk hükümeti açısından normal ve doğru olan, seçimler geçene kadar tansiyonu, gerilimi düşük tutmaya çalışmak olmalı. Daha doğrusu olmalıydı. Halbuki sadece hükümet bizzat bakanlarıyla değil, devleti temsil eden cumhurbaşkanımız da konuşmalarıyla gerilimi arttırmayı seçmiş görünüyor. Bunun referandum için özellikle kararsız milliyetçi seçmeni “Evet” yönünde” ikna edeceği bekleniyor olabilir ama Türkiye’ye kısa, orta ve uzun dönemdeki olumsuz etkileri anlaşılan hiç hesaba katılmıyor.

Hollanda küçük ülke ama etkisi –bu ortamda- çok büyük!

Kriz özellikle Hollanda üzerinden tırmandırılıyor. İki sebebi var. Hollanda politikacıları  -biraz da kendi seçimlerine birkaç gün kaldığından- epey sinirliler ve bu seçimi sağ popülist parti lehine etkileyeceğini düşündükleri AKP siyasi etkinliklerini oldukça kaba bir şekilde engelleme yoluna gittiler. Öte yandan, benzer bir uygulamayı daha dolaylı da olsa ilk kez yaparak yol oluşturan Almanya’ya karşı gerilimi o kadar da yükseltmemeye dikkat ediyor AKP…

Sebebi basit aslında… Hollanda “küçük” bir ülke… Referandumu kazanmak için ora ile kavganın Türkiye’ye vereceği zarar göze alınabilir diye düşünülüyor ola ki… Almanya öyle mi?

Almanya Türkiye’nin en önemli ticari ortağı… Türkiye ihracatının yüzde 10’unu Almanya’ya yapıyor ve bu ülkeye her yıl 14 milyar Euro’luk ürün satıyor. Almanya aynı zamanda Türkiye’nin Çin’den sonra en fazla ithalat yaptığı ülke… Yüksek oranda uzmanlaşmış Alman şirketlerinin Türkiye’ye sattığı makine, elektronik ve kimyevi ürünler başka ülkelerden kolayca alınamayabilir. Özellikle Alman şirketlerinin Türkiye’ye silah satışı giderek artıyor… Türkiye’de üretim yapan Alman şirketlerinin sayısı da 6 bini buluyor. Başka hiçbir ülkede bu kadar çok Alman şirketi bulunmuyor. Almanlar özellikle Rus krizi sırasında turizm için de çok önemli. 2016 yılında Almanlar yüzde 15’lik paylarıyla Türkiye’de tatil yapan yabancı gruplar arasında da birinci sırayı almıştı.

Özetle Almanya ile gerginliği kriz aşamasına getirmek pek akıl kârı değil. Öte yandan Hollanda öyle mi? Hollanda’ya yaptığımız ihracat da öyle azımsanacak bir rakam değil ama bir Almanya gibi de değil: Yıllık 3 milyar 600 milyon Dolar civarında… Hollanda’dan ithalatımız toplam ithalatın yüzde 1,5’u kadar. Her ne kadar Petrol Ofisi’nin daha 1 hafta öncesi 1,3 milyar Avro’ya Hollandalı Vitol Group’a satılması Hollanda yatırımları üzerine dikkat çektiyse de Hollanda’nın Türkiye’ye gerçek uzun dönemli doğrudan yatırımı, Türkiye’deki doğrudan yatırımların ancak %14’ünü oluşturuyor. Bu rakam gibi Antalya’da veya başka yerlerdeki mutlu Hollandalı turistlerin sayısını da Erkin Şahinöz’den (@ErkinSahinoz) ödünç alalım: 2016’da 900 bin civarı.  Çok değil 1 yıl önce 1 milyon 300 binin üzerindeydi bu rakam.

Velhasıl, Hollanda ile yaratılacak geçici bir kriz bu bu sene oldukça can sıkıcı ekonomik etkiler yaratsa da mesela Almanya ile yaşansa olacağı gibi Türkiye’de bir ekonomik krizi tetikleme potansiyeline sahip değil.

Acaba öyle mi?

Bu krizin yükseltiliş şekli Türkiye’ye karşı en azından bütün bir 2017 boyunca AB ülkelerinin tamamıyla (belki çıkmak üzere olan İngiltere hariç) yaşadığımız gerginliği ciddi olarak arttırabilir. Hollanda yüzölçümünün gösterdiğinden çok daha etkili, önemli bir ticari imparatorluk geçmişi olan bir ülkedir. Tek dostumuz gibi gözüken İngiltere üzerinde de köklü bir ilişkiler geçmişine sahip.

Dahası, Türkiye son yıllarda AB ile ilişkilerini eski “at pazarlığı” yöntemiyle” çok fazla test etti. Bakınız son “mülteci krizi.” Hani bütün Suriyelileri sınırlarınıza boşaltırız tehdidi filan… Yani o adamların da, sabık başbakan Davutoğlu’nun pek hoşlandığı “Kimse sabrımızı test etmesin” demeyi tercih eden devlet adamları var. Üstelik aradan geçen zamanda, bizi oyalarken sınır kapılarında tedbirlerini aldılar. Baksanıza bırakın Suriyelileri, Türk bakanlar bile geçemiyor o kapılardan…

Bir başka sorun tıpkı dış borcu az ve daima ödemesiyle ünlü bir Cumhuriyet geçmişine sahip Türkiye’nin bu ünü, özellikle son 10 yılda Türkiye’nin nasıl hızlı ve ucuz borçlanmasına bir süreliğine yardım etmişse… Yine Türkiye’nin ittifaklarına sadık ve ne yapacağı belli dış politikası da AKP döneminin dış politikadaki baş döndürücü politik manevralarına bir süreliğine gerekli güven ve inancı sağlamakta yardımcı olmuştu.

Ya şimdi? Geçen gün İran Dışişleri Bakan Yardımcısı İbrahim Rahimpur  “İran olarak, çoklu kartlarla oynamanın uzun vadede tüm kartların kaybedilmesine neden olacağına inanıyoruz” demecini verdi ve hükümet yanlısı Türk basınının “Küstah açıklama” suçlamasına hedef oldu. Hadi diyelim ki İran o kadar önemli değil, bir nevi doğumuzdaki Hollanda gibi düşünülüyor –ki katılmıyoruz! Öte yandan Suriye’de, önce aşırı ABD yanlısı, sonra ABD’yi bile kızdıracak kadar Suudi yanlısı… Sonra ABD ve Suudileri kızdıracak kadar Rus yanlısı ve sonra yeniden ABD yanlısı olmaya eğilimli -ama olamayan… Bütün bu dış politika savrulmalarının güncel sonucunu Suriye’deki Menbiç bölgesini olası bir Türk müdahalesine karşı ABD ve Rusya silahlı kuvvetlerinin beraber korumaya geçmesiydi. Herkesi –kısmen haklı sebeplerle de olsa- NAZİ diye suçlamayı seviyoruz belki ama hatırlatalım; ABD ile Rusya arasında böyle bir zoraki işbirliğine yol açmayı tarihte bizden önce bir tek Naziler başarmıştı.

Sonuçta hadi diyelim ki, hükümetin Avrupa ile gerilim politikası, hele de Orta Doğu’daki karışık durum göz önüne alındığında; Avrupa ve Türkiye’deki milliyetçi ama kararsız seçmeni “Evet”e ikna etti; hadi diyelim ki bu sayede hükümet referandumdan istediği sonucu çıkardı. Peki bu kez gerçekten de “Tamam tamam, geçti, zaten şaka yapmıştık!” diyerek kopardığı, ya da fena halde incelttiği ilişki iplerini kolayca sağlamlaştırabilecek mi? Bu sene daha çok harcama yapan Batı Avrupalı turist böylece muhtemelen yine gelmeyecek bu gerginlik yüzünden… Türkiye’nin risk primi artacak ve daha pahalı borçlanacağız; o da borçlanabilirsek… Yok eğer mesela Hollanda seçiminin ertesi günü bir de Amerikan Merkez Bankası 16 Mart’ta şahinliğe kesin dönüş ile faiz artırımlarına başlarsa…

Yani sayın devlet adamlarımız, referandumu kazansanız da kaybetseniz de bu ülkeyi ertesi günü yine siz yönetmek zorundasınız. Bu kadar risk ile bunu nasıl yapmayı düşünüyorsunuz acaba?

Hollanda ile diplomatik kriz nasıl gelişti?

  • Hollanda ilk olarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağının iniş iznini iptal ettiğini duyurdu.
  • Hollanda’nın uçuş izni iptaline ilk tepki Erdoğan’dan geldi: ‘Bunlar Nazi kalıntısı, bunlar faşist’.
  • Hollanda Başbakanı Mark Rutte Erdoğan’ın ‘Nazi’ açıklamasına tepki gösterdi: ‘Türkiye’nin öfkesini anlıyorum ancak, yorumlar çizgiyi fazlasıyla aşıyor’.
  • Hollanda’da sağ popülist Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders de Twitter’dan açıklama yaptı: “Harika! Yoğun PVV baskısı sayesinde hükümetimiz Hollanda seçimlerinden bir kaç gün önce Türk bakanının inişine izin vermedi”.
  • Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya Rotterdam’a kara yolu ile gideceğini duyurdu.
  • Bakan Kaya ve beraberindekilerın sınırda durdurularak geri dönmeleri istendi
  • Bakan Kaya Twitter’dan açıklama yaptı: ‘Ülkemizin toprağı olan Başkonsolosluğumuza girmemiz engelleniyor’.
  • Çavuşoğlu akşam saatlerinde ‘Hollanda’nın attığı bu adımın bir karşılığı olacak. Hollanda’nın bu yaptığı karşılıksız kalmaz’ açıklamasında bulundu.
  • Bakanlık tarafından yapılan açıklamada; ‘halen izinli olarak Türkiye dışında bulunan Hollanda Büyükelçisinin bir müddet görevine dönmesini arzu etmediğimiz bildirilmiştir’ denildi.
  • Türkler Rotterdam’da konsolosluk binası önünde protesto gösterisi düzenledi.