16 Nisan 2017'de yapılacak olan Referandum, herkesi pozisyon almaya zorluyor. Görünen o ki, birbirinden çok farklı düşünen ve normal şartlarda asla yan yana gelmeyecek kesimler farklı amaç ve niyetle aynı tercihte bulunacaklar. Bu tercih, "Evet" veya "Hayır" olacaktır. Bu kesimler, kendi nedenlerini veya gerekçelerini dayanak yaparak referanduma müdahil olurken, aynı zamanda çıkaracakları sonuçlar da elbette farklı olacaktır. Bu referandumun tipik özelliği içerdiği anti demokratik muhtevadır. Onun için ne yaparsak yapalım, tıpkı bir girdap gibi kendine doğru çeken bu olumsuz sonuçtan bir biçimde etkileneceğiz. Çünkü, olumsuz anlamda dokunmadığı hiçbir millet, grup, sınıf yok. Kürt milleti de bundan muaf değil. Hatta en çok etkilenecek olan Kürtlerdir. Bu anlamda Kürtlerin kayıtsız kalması düşünülemez.
Yapılan analizlere baktığımızda Kürt siyaseti, iki seçenek üzerinde yoğunlaşıyor: Boykot ve Hayır! EVET'in ise bir tercih olarak tartışma gündeminde olmadığı gözleniyor.
Elbette EVET diyen belli bir "Kürt" kitlesi mevcuttur; bunlar Kürt siyasetinin dışında koşulsuz ve her ne olursa olsun ‘Evet’ diyecektir. Ya doğrudan AKP'ye angajedir ya da periferide yer alır, talep etmez, verilene rıza gösterir. Böyle bir kitle hep var olmuştur. AKP'nin yerinde BBP olsa BBP'yi destekler, SP olsa SP'yi destekler. Ulusal Kürt kimliği için talepte bulunmaz ve böyle bir sorundan uzak duruyor.
O halde Evet'i bir kenara koyarak Boykot ve Hayır üzerinde duralım.
Bilindiği üzere Kürtler, Boykot ve Evet ikilemini 2010 referandum sürecinde de yaşamışlardı. 2010'da HDP'nin öncülü olan BDP, yapılan Referandumu Boykot etmişti. 2010'da halkoyuna sunulan Anayasa maddeleri Kürtleri bir özne olarak tanımadığı gibi Kürtlere dair bir değişiklik de öngörmüyordu. Buna rağmen bugün Boykot diyenlerin büyük bir kısmı "Yetmez Ama Evet" demişti. Kürtlerin kahir ekseriyeti de Evet demişti ve doğru bir tercihti.
Çünkü, halk oylamasına sunulan maddeler demokratik bir içeriğe sahipti ve Kemalist statükoda gedikler açıyordu. Daha demokratik, özgürlükçü ve toplumun önünü açan niteliğe sahipti. Bu demokratik değişimden herkes gibi Kürtler de faydalandı. Örgütlenme, Kürtçe yayın yapan Radyo, TV ,İnternet siteleri v.b alanlarda iyileşmeler yaşandı.
Şimdi ise tam tersi bir durum söz konusudur; her şey tek adama göre düzenleniyor. Hukuk, parlamento, partiler, basın, sendikalar, dernekler işlevsiz kılınacak.
Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnameler olağan hale gelecek. KHK'ler marifetiyle Partiler kapatılabilecek, görevden alma, kayyum atama veya keyfi el koymalar yapılabilecek ve itiraz hakkı olmayacak. Seçilen milletvekilleri yürütmeyi kontrol amacıyla soru soramayacak, denetleyemeyecek, gensoru veremeyecek ve Cumhurbaşkanı istediğinde meclisi feshedebilecek. Meclise giremeyen partilerin mahalle dernekleri kadar etkileri olmayacak. Demokrasi beş yılda bir yapılan seçimle sadece prosedüre indirgenecek. Politika işlevsiz ve etkisiz bir faaliyet alanı olmaktan öte bir anlam taşımayacak. Tek elden kumanda edilen bir yönetim. Yapılması gereken bir şey varsa kumandayı elinde tutan yapacak. Toplu hak arama, çoğuculuk, çok seslilik ve demokratik siyaset olmayacak. Hak vermek de almak da tek kişinin inisiyatifinde olacak.
Kaldık ki bu maddeler daha yasallaşmadan bile, Kürtler üzerinde uygulamaya konuldu. Çocuk kanallarından, kültürel derneklere kadar tüm Kürt kurumları tarumar edildi. Binlerce Kürt görevlerinden atıldı. Kemalist Statükonun yıkılması bir yana, tam aksine kendini tahkim ediliyor ve 1930'lardaki formuna geri dönüş yapıyor. Hedefi aynı olan statükoların adı Kemalizm veya başka bir şey olmuş fark etmez.
Böyle gerçek verilerden hareket ettiğimizde Referandumun Kürtleri birinci derecede ilgilendirdiğini görüyoruz. "Kemalist statüko yıkılıyor, evet veya hayır demek zorunda değilim, Türk solu, CHP ile yan yana gelmem" bu ve benzeri gerekçeler havada kalıyor.
Ayrıca Boykot, her koşulda çekilecek bir silah değildir. Topyekün bir tavra dönüşmeyecekse, ortaya konulan projenin meşruluğunu tartışmalı hale getirmeyecekse, o silah elinizde patlar ve haber değerini bile taşımaz. Açıkçası şu andaki Kürtlerin parçalı siyaseti de Boykotu gerçekçi kılmıyor.
O halde Halkoyuna sunulacak olan Anayasa maddeleri, daha baskıcı ve otoriter yönetimin önünü açacaksa ve durumumuz eskiye oranla daha da geriye gidecekse, vereceğimiz tek yanıt HAYIR'dır.
Sonuç olarak, bazen güç dengesi ve siyasi konjoktör bu tür durumları ortaya çıkarabiliyor. Karşıtlar, birlikte program-plan yapmadan aynı istikamette (mecburen) yol alabilirler. Bunu dayatan koşullardır. Eğer karanlık bir tünelin, bir çıkışı varsa, doğal olarak herkes o çıkışa yönelecektir. Kimsenin "hayır ben buradan yürümem" deme şansı yoktur. Çıkış kapatıldığında altında kalırsınız. Bu çıkış, size harika bir dünya vadetmeyebilir, ancak karanlıkta kalmak da pek akılcı sayılmaz.
Muhtemel Referandum tam da böyle bir karaktere sahiptir.