Dün öğle saatleri, Cuma namazı öncesi, Sultan Abdülhamid’in ölüm yıldönümünde, Saray’da Erdoğan ülkenin 1909’dan bu yana sürmekte olan Meclis ağırlıklı devlet yönetim sistemini yeniden Saray’a doğru kaydıracak anayasa değişiklik teklifinin referanduma götürülmesine onay verdi.

Meclis’te onaylanmasından tam 21 gün sonra. Bekletmenin bir siyasal sembolizmle örtülmesi gerekliydi; buraya denk getirildi.

Aynı dakikalarda yine başkent Ankara’da, devletin 200 yıllık modernleşme süreci içinde hem yetiştirdiği kadrolarıyla hem de düşünsel kapasite katkısıyla bir gelenek haline gelmiş olan Mülkiye’de akademisyenlerin KHK ile işten çıkarılması protesto ediliyordu.

Ve bastırmaya çalıştılar; hocaların, desteğe gelenlerin basın açıklamasını engellemeye, gelenleri gözaltına almaya uğraştılar. Cübbeleri yerlerde ezerek bir büyük dönüşümü tek fotoğrafa sığdırdılar.

Sadece tüm faşizm dönemlerine özgü anti-entellektüalizm (aydın, okumuş düşmanlığı) değil karşı karşıya olduğumuz. Aynı haftaya damga vuran iki gelişmeye birlikte bakarsak bir devlet biçimi değişikliğiyle karşı karşıya olduğumuzu daha iyi kavrayabiliriz.

Nedir o iki gelişme? Birincisi, kamuya ait elde kalan, satılmamış tüm varlıkların Varlık Fonu’na devredilmesi. Varlık Fonu dediğimize bakmayın; özünde Saray’a Varlık, Halk için Yokluk Fonu.

İkinci gelişme ise, ilerici muhalif akademisyenleri tasfiye eden 5 Şubat tarihli son KHK’da hedefe Mülkiye’nin, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin oturtulmuş olması. Sadece bu fakülteden bir önceki kararnameyle birlikte 40’ın üstünde akademisyen ihraç edildi. Özetle Mülkiye, olağanüstü hal bahanesiyle, “darbelerle mücadele” mazereti altında kararnamelerle tasfiye sürecine sokuldu.

Bu iki gelişme; yani Varlık Fonu ile Mülkiye’nin tasfiyesinin ne ilgisi var? Açalım.

Önce Mülkiye, sonra Varlık Fonu.

Mülkiye

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş aşamasında devleti modernleştirme çabalarının bir parçası olarak doğdu Mekteb-i Mülkiye. Mülk kavramı en baştan itibaren devletle özdeş olarak kullanılmaktaydı. Mülk Sultan’ındı; iktisadi ve siyasi anlamda her türlü tasarruf Saray’daydı. Bugün hala mahkemelerde sadece yazı olarak duran “Adalet Mülkün Temelidir” ifadesi bununla bağlantılıydı. Mülk devletti.

Mülkiye bu patrimonyal-geleneksel devlet düzeni çözülürken devleti bu alanda eğitim almış, idarecilik konusunda uzmanlaşmış kişilerle yeniden ayağa kaldırma; deyim yerindeyse yavaş yavaş da olsa bir modern bürokrasi yaratma fikriyle birlikte gelişti. İçinde muhalif, yenilikçi fikirlerin gelişmesiyle birlikte 1890’ların başlarında Abdülhamid Mülkiye’nin ders programlarını değiştirdi. Felsefe dersleri geriletilirken (çünkü bu muhalifliği besliyordu) din ağırlıklı dersler programa koyduruldu (böylece itirazsızlık sağlanacağı düşünülüyordu).

Özetle devleti modernleştirme, sivil-uzmanlaşmış bir devlet idarecisi kadrosu yaratma projesi, en başından itibaren İstibdat’la sorunluydu. Bu sorun karşısında İstibdat devri yöneticilerinin tercihi, çökmekte olan devletin modernleştirilmesi değil; yükselmekte olan Hürriyet hareketinin her alanda bastırılmasıydı.

Bu yüzdendir ki Mülkiye’nin tarihi, aynı zamanda İstibdat devirlerinde Hürriyet fikirlerinin canlanması ve elbette İstibdat yönetimlerinin hedefine bu fakülteyi koyması tarihidir. Başlangıcı Hamid devridir.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Mülkiye Ankara’ya taşındı. Artık Mülk devletin yerini modern anlamda Respublica, yani kamuya ait otorite almaktaydı. Devlet ve iktisadi varlık anlamlarını aynı anda karşılayan Mülk kavramının yerini ise giderek Devlet ile Halk kavramını aynı anda karşılayan Kamu kavramı almaktaydı. Amme İdaresi ve ardından Kamu Yönetimi bölümleri böyle gelişti. Devletin Saray’dan halka geçen egemenliğinin yansımasıydı. Adı Mülkiye kaldı; özü ise Kamucu’ydu.

Bugün Mülkiye’nin tasfiyesine yönelen yeni bir İstibdat devri ile karşı karşıyayız. Egemenliği bir asır sonra yeniden halktan Saray’a doğru kaydırmak isteyenlerin siyasetini devleti yeniden Saray’ın mülkü haline getirmek isteyen düzenlemeler tamamlıyor. Mülkiye’nin, bir modern kamu yönetimi anlayışı yaratma; mülk devletinden modern, kamu için hizmet üreten bir devlet anlayışına geçiş yolunda sağladığı birikim şimdi yeniden Saray merkezli mülk devletine geçilirken tasfiye ediliyor. Olan budur.

Öyleyse nedir Mülk Devleti?

Mülk Devleti

Mülk devleti, iktidarın kamuya ait olmasının tersi anlamda, iktidarın devleti yönetenlerin mülkleri arasında yer aldığı şahsileşmiş ve gelenekselleşmiş bir devlet biçiminin özetidir. Saltanat geleneğinin başlaması; devletin kamuya, yani halka değil de tek bir aileye ait olması felsefesinin özünde yatar. Cumhuriyet, yani kamusal iktidar devirlerinin öncesindeki hakim Ortaçağ devlet biçimi de diyebiliriz buna. Mülk her anlamda Sultan’ındır. Memurları da dahil.

Mülk devletinde iktisadi anlamda mülk ile siyasi anlamda devlet olarak mülk sahipliği; yani iktisadi iktidarla siyasi iktidar iç içe geçmiştir. Modern kapitalizme geçişle birlikte gerçekleşen sözde ekonomi-siyaset ayrılığının görüntüsü bile yoktur burada.

Mülk devletinde kamu-özel ayrımı da yoktur. Dinselleşmiş bir iktidar sözkonusudur. Yönetimin kaynağında herkes için geçerli, yurttaşı merkeze alan hukuk kuralları yoktur. İslam Aydınlanması’nın belki de son büyük düşünürü İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eserinde yaptığı Riyaset-Mülk Devleti ayrımıyla yüzlerce yıl öncesinden tahlil ettiği üzere, Mülk Devleti dikeydir; otoriter, baskıcı ve şahsileşmiştir.

Modern devlet, kamusal iktidar öncesidir özetle. Kamuya ait varlıkların, kamuya ait bir yönetim anlayışının doğmadığı dönemlerin geleneksel devlet biçimidir. Mısırlı düşünür Samir Amin’in Avrupamerkezcilik başlıklı kitabında ifade ettiği üzere, bu dönemin ekonomik örgütlenmesi “Haraç Ekonomisi” olarak adlandırılabilir. Ekonomi dışı zorlamanın öne çıktığı; tüm varlıklara “haraç” olarak siyasi otorite tarafından el konulabildiği bir haraç ekonomisi. Halkın ekonomisi yoktur; kamunun kendisine ait varlığı ya yoktur ya da üzerinde tasarruf yetkisi yoktur. Son söz haraç ekonomisindedir.

Buradan Varlık Fonu’na gelelim öyleyse.

Varlık Fonu

Ağustos ayında kuruldu; ardından kamuya ait, henüz satılmamış ne kadar varlık varsa hepsi adım adım bu Fon’a devredilmeye başlandı. Son olarak Ziraat Bankası, Çaykur, Botaş, THY gibi kuruluşlar da bu fona devredildi.

Nedir Fon’un amacı? Çok şey yazıldı; biz kısaca özetleyelim: Evdeki her şey satıldı; borç çevirmek, bankadan borçlanmak için kalan son şey oturduğumuz şu babadan kalma ev. Evin büyük oğlu geldi; “borçları ödeyeceğim, kredi vermiyorlar; evi ipotek ettirelim” dedi ve ev artık bizim malınız değil.

Özeti bu. Batmakta olan bir ekonomik modeli, imar-inşaat rantına dayalı, üretmeyen bir ekonominin Katar desteğiyle ayakta tutulması için kamuya, yani sana, bana hepimize ait olan varlıklar Fon’a aktarıldı; artık tasarruf yetkisi bizde değil. Kamusal varlıklar üzerindeki tüm mülkiyet tasarrufu Saray’a kaydırıldı. İdeolojik düzeyde Mülkiye’nin tasfiyesini, siyasal düzeyde Meclis’in tasfiyesini şimdi ekonomik düzeyde kamu ekonomisinin Saray lehine tasfiyesi süreci tamamlıyor. Yeniden Mülk Devleti’ne geçişin toplam programı gözümüzün önünde adım adım örülüyor.

“Neden Saray diyorsun, Fon Başbakanlığa bağlı”. Fon yönetimine atanan Yiğit Bulut da mı Başbakan’a bağlı? Bu arada Başbakan kime bağlı? Doğru ya; çiftbaşlılık var.

Birbirimizi kandırmayalım. Saray Rejimi anayasal hale getirildiğinde, yani Başbakanlık kalktığında resmi olarak da bu Fon Saray’a bağlanacak. Yani ülkenin tüm kamusal varlıkları üstünde tasarruf hakkı; herhangi bir yasaya dayandırılmadan, hiçbir denetime tabi tutulmadan Saray tarafından, Saray kararnameleriyle yönetilecek bundan sonra.

Şirket devleti de deniyor; durup düşünüyor ve vazgeçiyorum. Bu şirket devleti de değil; kapitalizmin çarpık, krizli bir modeli içinde yeniden diriltilmeye çalışılan ve rejim dönüştürme süreciyle uyumlu hale getirilerek inşa edilen şey Mülk Devleti aslında.

Şöyle ki: Her otoriter devletin ayakta kalabilmek için bir “gelir yaratma kapasitesi”ne ihtiyacı var. Petrolü yok, gazı yok; ürettiğiyle, dışa sattığıyla elde edilmiş dış ticaret fazlası yok. Öyleyse?

Amaç belli. Bir yandan halkın kazanılmış kaynak ve haklarına daha ağır bir saldırı dalgası; diğer yandan eldeki kaynakları tek havuzda toplayıp borçlanma garantisi olarak sunmak ve gelecek kuşakların yaşamını da ipotek altına alırken yeni rejimi ekonomik olarak bir süre daha ayakta tutabilmek. Hedef bu.

Yol Ayrımı

Son bir amaç daha var. Sadece kamu varlıkları üzerinde gibi görülse de; bu kararnameler düzeniyle aynı zamanda tüm kapitalistlere verilen bir mesaj var. Ekonomikleşmiş bu OHAL düzeni anayasal hale geldiğinde, kararnamelerle ülke yönetilmeye başlandığında, frenleme mekanizmaları ortadan kalktığında Fon’a sadece kamu şirketleri, varlıkları mı aktarılacak?

Elbette değil. Saray Rejimi’ne doğrudan bağlanmayan, onun gündemiyle kendisini doğrudan uyumlu hale getirmeyen kim varsa mal varlığı bundan sonra tehlikede. Bir kararnameye bakar; “darbe finansörü”, “terör destekçisi” denir ve varlıklar fona devredilir.

Öyleyse? Öyleyse Varlık Fonu iktisadi açıdan Mülk’ün hem devlet hem de iktisadi varlık olarak kavrandığı ve ikisi üzerindeki tasarrufun da aynı kişi/merkez tarafından belirlendiği Mülk Devleti düzenine yeniden geçiş sürecinin iktisadi tamamlayıcısıdır.

Cumhuriyet, egemenliğin Saray’dan halka aktarılması; mülkiyet ilişkilerinin de burjuva tarzda dönüştürülmesiydi. Saray Rejimiyse egemenlik kadar mülkiyet ilişkilerinin de imar-inşaat rantı etrafında yaratılacak yeni burjuvaziyle birlikte dönüştürülmesidir. Bizden alınanlarla yaratılacak bu “burjuvazi”; özünde doğrudan Saray’a bağımlı. Son tahlilde mülkiyet üzerindeki nihai tasarruf hakkı yeni devlet düzeninde kimde olacak? Bu soruya vereceğimiz yanıt epey önemli. Elbette Saray’da. Bu yüzden iktisadi ve siyasi anlamda otoritenin tek kişide, Saray’da toplanması ve iki anlamın yeniden kaynaşması bakımından Mülk Devleti geleneğine geri dönüş hedefiyle karşı karşıyayız. Kamuya ait Atatürk Orman Çiftliği üzerinde bir Saray’ın adım adım nasıl inşa edildiğine bakarsanız; yeni düzenin ekonomide de, siyasette de nasıl işleyeceğini rahatlıkla görebilirsiniz.

Emekçinin haklarının daha da baskılanacağı; grevlerin, hak arayışlarının daimi OHAL düzeniyle bastırılacağı; kazanılmış kamusal varlıkların tek kararnameyle Saray’a bağlanıp Saray tarafından kullanılır hale gelebileceği; sermayenin mal güvenliğinin olmayacağı; fatura kabardıkça acı reçetelerin yine halktan çıkarılacağı bir yeni düzen. Mülk yeniden bir kişinin olma yolunda. Ya “Mülk Halkındır” ya da “Mülk Sultanındır” düzeni. Ya Res Publica (kamusal iktidar; kamusal varlıklar) anlamında Kamuculuk ya da tek kişinin iktisadi ve siyasi iktidarı altında Reisçilik. Yol ayrımımız budur. Mülkiye’ye saldırıyla kamusal mülkiyetlerimize saldırıyı aynı programın içinde gördüğümüz orandaysa kazanmamız mümkündür.