Demokrasi için Birlik (DİB)’in referandum kampanyasını duyurduğu Harbiye Kenter Tiyatrosu’ndayız. Emek, demokrasi ve özgürlük mücadelesinden tanıdığımız çok sayıda isim bir arada. Kısa bir süre önce özgürlüğüne kavuşan Dilci Necmiye Alpay’ın etrafındaki çember onu  “geçmiş olsun” sözleriyle kucaklıyor. Derken kampanyanın şarkısı “Sandık başı sıra sıra hayır” eşliğinde salona giriyoruz.

Ekranda dönen klipte, başında baret takılı bir işçi şu dövizi taşıyor: “Yaptığımız otelin havuzunda bile yüzemediğimiz için hayır”

Ekrana verilen konuşmalarda ise dikkatimi en çok antikapitalist Müslümanlardan kalan bir söz çekiyor: “Bir olan Allah’tır, gerisi çoktur/çokluktur; çok olansa herkesindir.”    

Hemen yan koltuğumda sanatçı Haluk Tolga İlhan ile EMEP MYK üyesi İskender Bayhan koyu bir sohbetteler. Haluk Tolga İlhan’a soruyorum: “Salon nasıl, DİB ne yapabilir sence?”

“Bir kere moral var, bu çok önemli” diyor ve cevabını şu sözlerle sürdürüyor: “DİB ne mi yapabilir, bence çok şey yapabilir! Çünkü ben burada ciddi bir birlik ve ortak irade görüyorum. İşin en önemli yanı; biz referanduma yüzde 50 moralle başlıyoruz. Çok çalışırsak üstüne katarak büyürüz.”

İskender hemen söze giriyor ve biraz önce Haluk Tolga İlhan’la yaptığı sohbete devam ediyor: “Ne kadar mücadele o kadar umut dönemine girdik artık. Çünkü kendiliğinden umut gelmesini bekleme dönemi sona erdi.”

Açılış konuşmasını yapan Melda Onur DİB’in kuruluş öyküsünü anlatıyor. Belki de her şey bir yazı ile başlamıştı ve Rıza Türmen’in çağrısıyla başlayan hareket buralara kadar evrilmişti. Yürür mü yürümez mi tartışmaları arasında yoluna devam eden DİB,  “Hayır” kampanyası yürüten önemli bir kesimin altında toplandığı bir şemsiye haline gelmişti. Melda Onur referandumu kastederek “Yolun sonu Hayır” diyor ve sözü Rıza Türmen’in mesajına bırakıyor. Mesaj hem otoriter baskı ortamına hem de Türkiye’nin 3. Büyük partisi (HDP) üzerindeki baskılara dikkat çekiyor.

Kampanyanın dili ve çerçevesi üzerine yapılan sunumda; iktidarın kutuplaştırıcı propanga tuzağından uzak durulacağı ve kucaklayıcı bir dilin öne çıkacağı anlatılıyor.  Bu yaklaşım “Türkiye’nin tüm yurttaşlarını seviyoruz” ve “Ne biz ne de karşımızdaki kitle öteki” sözlerinde ifadesini buluyor. Bu sözler, parti ayrımı yapmadan bütün emekçilerin, yurttaşların kapısının çalınması anlamına geliyor.

Bir ara yanıma Doç. Dr. Gül Köksal oturuyor. Köksal, daha önce çıkarılan KHK ile Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edilmiş hocalardan biri. Kendisine hem son ihraçları hem de DİB toplantısını soruyorum. “Üniversitelerimizi, öğrencilerimizi terk etmeyeceğiz” diyor. Sözleri gayet kararlı: “Her birimiz ayrı disiplinlerde söz sahibiyiz, halkla iç içeyiz ve ihraç edilen 386 akademisyen arkadaşımızla güçlü bir Hayır’ı örgütleyeceğiz” Benzer sözler o ara kürsüde konuşan Beyza Üstün hocadan geliyor.

Hemen ardından Orhan Alkaya kürsüye gelerek kampanyanın siyasi içeriğini aktarıyor. Sadece “Tek adam rejimi”ni getiren Anayasa değişikliğine değil OHAL koşullarında referanduma gidilmesine de Hayır diyeceklerini söylüyor.

Basın sorularına yanıtlar da Levent Tüzel ve Ayşegül Devecioğlu’ndan geliyor. Devecioğlu “Zor sorular sormayın” diyerek salonu güldürürken gelen her bir soru kampanyanın kendini daha iyi anlatmasına vesile oluyor.

Salondan çıkarken tarihçi yazar Erdoğan Aydın’ı görüyorum. Özlemişim. Onun da fikrini almak istiyorum. “Sadece bir kesime seslenen, sadece bizim taraftaki mağdur kesimlere yönelen bir kampanya olmaması için çok çalıştık. Belirli bir noktaya gelindiğini görüyorum ama yine de hala dil sorunlarımız var ve kalıpları kırmak için daha çok uğraşmalıyız” diyor.  AKP ve MHP tabanındaki yoksulları çok önemsediğini anlıyorum.

Tarihsel koşullar, baskı koşullarında doğan ve demokrasi talebine sarılarak emeklemeye başlayan DİB’in önüne referandum gibi çok önemli bir sınav koydu. DİB’in böylesi bir evrede, kolları sıvama cesareti göstermesi ise; ona güç veren emek ve demokrasi güçlerinden ileri geliyor. Şimdiden başarılar…