AKP ile MHP’nin kapalı kapılar arkasında yürüttükleri pazarlıkların sonucu olan anayasa değişiklik paketi kamuoyuna açıklandı. Paketi incelemeliyiz. Basit bir değişiklik ile karşı karşıya değiliz.
Paketin detaylarına girmeden şunu söyleyebiliriz: Başbakan’a başbakanlığı, milletvekillerine Meclis’i, Devlet Bahçeli’ye bildiğimiz anlamda devlet’i ve bir kişiye cumhuriyeti kaldırtıyorlar. Paketin özü, özeti budur. Rejim değişikliğidir; basit bir hükümet sistemi değişikliği değil; başlıbaşına devlet biçiminin değiştirilmesidir; bu değişimin tamamlanması için Saray’a her türlü anayasal yetkiyi “anayasallık” görüntüsü/meşruluğu altında verme yasasıdır. Bu açıdan paketi anayasa değişikliği olarak değil; devletin Saray etrafında tekleşmesi, kuvvetlerin Saray otoriterliği etrafında tekelleşmesi ve egemenliğin kullanımının şahsileşmesi yönünde bir yetki yasası olarak görmeliyiz. Asıl tehlike budur.
Şimdi sadeleştirilmiş bu genel saptamaya uygun olarak paketi açalım. Madde madde gidelim; başlıklar altında toplayalım.
Meclis’in Fiilen Tasfiyesi
Paketin birinci özelliği Meclis’i fiilen tasfiye etmesidir. Neden? Anayasa’da da yazar. Yasama organı olarak Meclis’in temel görevleri bellidir. En önemlisi, kanun koymaktır. Arkasından yürütmeyi denetlemek gelir. Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kurulu’na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verir. Milletlerarası anlaşmaları onaylar.
Paket bütün bu özellikleri fiilen budamakta, özellikle yürütmeye dair alanlarda kanun koyma yetkisi kararnamelere dayalı olarak başkana/saraya aktarılmakta. Kanun koyma gücü kırılmaktadır. Yürütmeye dair her alanda Saray’a kararname düzenleme yetkisi verilmesiyle birlikte Meclis, ulusal egemenliğin temsilciler eliyle kullanım sahası olmaktan çıkarılmakta; egemenlik Saray’a doğru kaydırılmakta.
Yürütmeyi denetleme yetkileri de budanmakta. Meclis’in hükümeti denetlemesi açısından en önemli araçlar arasında yer alan gensoru kaldırılmakta, Meclis soruşturması ise sayısal olarak imkansızlaştırılmakta. Artık bakanlar kurulu, kaynağını milletin seçtiği vekillerden almak zorunda olmayacağı gibi, Meclis’e de hesap vermek zorunda değil. Egemenliğin kullanımı Meclis’ten Saray’a doğru kayıyor. Bakanlar Millet Meclisi’ne değil Saray’a sorumlu. 1909 anayasa değişiklikleriyle başlayan devletin ağırlık merkezinin Saray’dan Meclis’e kaydırılması süreci Cumhuriyet ile taçlandırılmıştı. Şimdi devletin ağırlık merkezi 100 yıl sonra yeniden Meclis’ten Saray’a kaydırılıyor.
Bitmiyor. Bir madde ve kelime değişikliği var ki; paketin lafzından çok ruhunu ele veriyor. Meclis genel görüşmelerinin kapsamında yer alan “toplumu ve devlet faaliyetini ilgilendiren konular” ibaresi “toplumu” şeklinde kısaltılıyor; diğer bir ifadeyle “devlet faaliyetini ilgilendiren konular” ibaresi çıkarılıyor. Bu basit bir değişiklik değil; yasama organı olarak Meclis artık “devlet faaliyetini ilgilendiren konular”ın dışında; sadece toplumu ilgilendiren konuları görüşebiliyor. Bir yandan Saray’da merkezileşen yasama, yürütme ve yargı kudretiyle birlikte Saray “devlet faaliyetini ilgilendiren konular”la ilgili tek yetkili kılınırken (tekleşir ve tekelleşirken); Meclis’e de bir sivil toplum kuruluşu görevi veriliyor. Meclis devlete dışsallaştırılıyor; devlet Saray’a içselleştiriliyor. Devlet yürütmeyle özdeşleşiyor; yürütme diğer alanları kendisinde toplayarak bunu yapmayı amaçlıyor.
Paketin madde gerekçelerinde bu durum şu ifadeyle açık açık belirtiliyor (madde 6): “yasamanın yürütmeyi denetlemesi ile Bakanlar Kurulu’na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermesi yasamanın görev ve yetkileri arasından çıkarılmaktadır.”
İfade nettir, açıktır: kanun koyma gücü budanan, yürütmeyi denetleme görevi anayasadan çıkarılan, Bakanlar Kurulu’na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi elinden alınan bir Meclis olsa olsa tabela Meclis’i olacak. Mevcut durumda Meclis’in işlevsizleştirildiğini söyleyebilirsiniz; fakat değişiklik bu fiili durumun da ötesinde. Meclis’i kaldırmıyor; bir Meclis varmış gibi izlenim yaratmak için açık tutuyor.
Yürütmede Tekleşme, Devlette Tekelleşme
Meclis’in kağıt üstünde de olsa var olan en önemli görev ve yetkilerini Saray lehine budayan, yetkilerin birçoğunu Saray’a aktarmayı amaçlayan değişiklik teklifinin bir diğer önemli yanı, yürütme alanına dair önerileri.
En önemli değişiklik başbakanlığın kaldırılması. Başbakanlığın olmadığı yerde sistemin adı başkanlık. Paket Meclis’i kapatmayıp Meclis varmış gibi izlenim yaratıyor; cumhurbaşkanlığı ibaresini kaldırmayarak da cumhur varmış izlenimini sürdürmeyi amaçlıyor.
Sadece bu değil. Detaylarda başkanlıktan öte yetkiler var. Başkan devletin başı, yürütmenin başı. Ama isterse partinin de başı olabilecek. Parti devletleşmesi işin bir yönü; asıl olan Saray etrafında kurulan yeni koalisyonun devletleşmesi. Saray devletleşiyor. Doğru tahlil bu.
Daha önemlisi ve belki gözden kaçırılan diğer boyut; paket yürütmede Bakanlar Kurulu’nu neredeyse tamamen etkisizleştiriyor. Bakanlar’ı Saray seçiyor; Meclis dışından atayabiliyor. Bu kişiler Meclis’e hesap vermeyecek. Bunların dışında, mevcut sistemde yürütmede Bakanlar Kurulu’na ait olan ya da Bakanlar Kurulu eliyle yürütülen düzenlemelerin neredeyse tamamı kurulun elinden alınıp tek kişiye veriliyor: Cumhurbaşkanı/başkan’a. Böylece yasama yetkisi kararnamelerle başkana aktarıldığı gibi, yürütme içinde hem başbakanlığın kaldırılması hem de bakanlar kurulunun devre dışı bırakılmasıyla birlikte Saray merkezli tekelleşme mimarisi oluşturuluyor.
Örnek mi? Daha önce “Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla”sıkıyönetim ve OHAL ilan edilebilirken; şimdi artık tek yetkili Başkan. Sıkıyönetim ise OHAL’in içine katılıyor ve tek başına OHAL ilan etme yetkisine sahip başkan, bu dönemde sadece yürütme alanında değil, her alanda ülkeyi kararnamelerle tek başına yönetme yetkisine kavuşturuluyor.
Artık kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi de Bakanlar Kurulu’nda değil. Başkan’a veriliyor. Üst düzey kamu yöneticilerinin atanmasında izlenen üçlü kararname yöntemi de devre dışı. Başbakanlık ilga; ilgili bakanın imzası ise devre dışı. Bütün atamaları tek başına başkan yapıyor. Mevcut anayasada Bakanlar Kurulu’yla ilgili düzenlemeleri içeren 109’dan 115’e bütün maddeler teklifle kaldırılıyor. Öyle ki, paketin 19. Maddesinde tam 14 yerde “Bakanlar Kurulu” ibaresi çıkarılıyor ve yerine “cumhurbaşkanı” ibaresi getiriliyor.
Öyleyse yürütmede başbakanlık ilgası yanında bakanlar kurulu da Saray’ın memurlar kuruluna dönüştürülüyor. Yeniden: Yürütme Saray’da tekleşiyor; Saray devlette tekelleşiyor.
Yürütme alanına ilişkin değişiklik önerilerinde bir diğer dikkat çekici yan şu: Başkan’a bakanlık kurma, kaldırma, görev ve yetkileriyle teşkilat yapısını oluşturma yetkisi veriliyor ve bunun yolu yine başkanlık kararnamesi. Bitmiyor. Başkan’a kararnameyle kamu tüzel kişiliği kurma yetkisi de veriliyor. Hem bakanlık kurma hem de kamu tüzel kişiliği oluşturma yetkisi kanundan alınıyor; kendisi kanunun kaynağı haline gelen tek kişiye devrediliyor. 126. Madde için yapılan değişiklik teklifiyle de “merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları CB kararnamesi ile düzenlenir” ibaresi getiriliyor. Bütün bir devletin, kurumlarının inşası, ilgası, yeniden örgütlenmesinde Meclis, Bakanlar Kurulu devre dışı. Devlet ve örgütlenmesi şahsileşiyor. Devletin her alanda Saray etrafında yeniden örgütlenmesi, yeni rejimin yeni kamu mimarisinin tamamlanması adına Saray’a yetki devrediliyor. Bu nedenle de paket bir yetki belgesidir.
Ve bütün bunları yargı alanındaki tekelleşme tamamlıyor. HSYK neredeyse tamamen Başkan’a ve partisine bağlanıyor.
Egemenliğin Şahsileşmesi, Kamusallıkla Devlet Mesafesinin Açılması
En kritik yere gelelim. Cumhuriyet, egemenliğin Saray’dan alınıp millete ve onun seçtiği Meclis’e verilmesiydi. Şimdi egemenlik Meclis’ten alınıp her konuda Saray’a geri veriliyor. Bu tarihsel kırılma; egemenliğin şahsileşmesiyle ve devletin tüm kamusallığından arındırılmasıyla gerçekleşiyor.
Modern devlet, egemenliğin şahsileşmesine (gerçek kişiyle özdeşleşmesine) karşı tüzel-kamusal kişiliğin öne çıkarılmasıydı. Devlet kişilerle değil, kurumsal devamlılıkla yaşayacaktı; bunun anahtar kavramı da egemenlikti. Bu açıdan “res publica”, yani bugün cumhuriyet olarak bildiğimiz kavram devleti hep kamusallıkla, kamusal işler ve kamusal iktidarla ilişkilendirdi. Şimdi bu anlamıyla da “res publica”nın, cumhuriyetin sonundayız. Paket “devlet benim” anlayışının yeniden sahneye çıkışının, “ben gidersem devlet çöker” cümlesindeki özelleşmiş ve şahsileşmiş devlet tahlilinin rejimi ve devleti yeniden örgütlemesini amaçlıyor. Res publica değil, res privata. Özelleşmiş iktidar; şahsileşmiş devlet. Başta ifade ettiğimiz “modern anlamda devleti Devlet Bahçeli’ye kaldırtıyorlar” ifadesini böyle okuyunuz. Tarihin ironisidir.
Çok örnek var, paketin lafzı kadar genel ruhu da buna uygun. Ama bir örnekle açıklayalım: Mevcut anayasada Cumhurbaşkanı’nın görevleri arasında “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek” sayılıyor. Bu ifadeden “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına” ifadesi çıkarılıyor. Neden? Ne değiştirir?
Çok şey. Türkiye’nin mevcut rejiminde TBMM, millet egemenliğinin kullanımı açısından asıl ayrıcalıklı merkezdir. Millet egemenliğini temsilciler, vekiller aracılığıyla kullanır. Yürütme de kaynağını buradan alır; egemenliği buna uygun olarak kullanır. Bu nedenle de Cumhurbaşkanı bir temsiliyet içine giriyorsa bu “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına” yapılır. Artık egemenliğin aracı ve ayrıcalıklı kurumu TBMM değil; Saray’dır ve Saray bu fazlalığı kaldırtmaktadır.
Diyebilirsiniz, başkan seçimle geliyor; öyleyse millet egemenliği sürüyor. Yanlış. Millet egemenliği teorisi egemenliğin kaynağı kadar kullanımıyla da ilgili. Devletin şahsileşmesi, kamusallığından arındırılmasıyla birlikte millet sadece bir meşrulaştırma kaynağı. Egemenliği milletle paylaşmayı, devlet içinde buna uygun bir kuvvet dengesini gözetmiyor bu paket; aksine bütün ara katılım ve denetleme mekanizmalarını Saray lehine tasfiye ediyor ve egemenliği şahsileştiriyor. Hem 1961 hem de 1982 Anayasası’nda yer alan şu ibareyi hatırlatalım: “Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.” Artık bırakılıyor; Meclis devre dışı; egemenliğin kullanımı ise tek kişiye devrediliyor. Bütün bir devlet tek kişide temsil edilirken, “milletin egemenliği kullanması da bu tek kişi aracılığıyla sağlansın” deniyor; modern devletin ve cumhuriyetin bildiğimiz anlamda sonudur.
Monokrasi – Augustus Düzeni
Öyleyse toparlayalım: Bu bir rejim değişikliğidir. Devlet yeniden Saray merkezli olarak biçimlendirilmekte, egemenliğin alanı yeniden Meclis’ten Saray’a kaydırılmakta; Saray’a yetki verilmekte, devletin tüm mimarisinin Saray’da tek kişi tarafından yeniden oluşturulması mümkün kılınmakta; ara mekanizmalar kaldırılmaktadır. Rejim Saray’da tekleşmekte, devlet Saray’da tekelleşmekte ve egemenlik bir kişiye devredilmekte. Türkiye’nin 150 yıllık demokratikleşme tarihinin kazanım olarak yazdığı ne varsa ilga edilmekte.
Fakat bir farkla. Açıkça söylemiyor; görüntüde Cumhuriyet sürüyor, görüntüde başkan değil Cumhurbaşkanı var, görüntüde Meclis kaldırılmıyor; tabelası 15 Temmuz’da yediği darbeden beri daha da aşağı çekiliyor. Saray Rejimi olan bu modele Monokrasi diyoruz. Dikkat edin; monarşi değil.
Monarşi değil; çünkü henüz tekleşmiş egemenlik kalıtsal yolla babadan oğula aktarılmıyor; henüz. Meşruti monarşi benzetmesi yapılıyor; bu da değil. Zira meşruti monarşide yasama organı monarşiyi, Saray’ı sınırlandırıyor; bu nedenle meşruti. Oysa bu modelde Saray diğer tüm organları sınırlandırıyor.
Monokrasi benzetmesi Roma’da cumhuriyetin tabelasını tam kaldırmadan kendisini “principate-birinci yurttaş, şef” ilan eden Augustus için kullanılır. Caesar’dan sonradır. Tabela başlarda hala cumhuriyettir; Senato hala açıktır. Fakat adım adım rejim Augustus Sezar şahsında toplanır, diğer kurullar etkisizleştirilir. Ülke inşaat, ekmek-gıda yardımı ve gösterilerle yönetilir. Her yere tapınaklar yapılır; lider kutsallaştırılır. Dinle yönetir. Dinle meşrulaştırır.
Karşılaştığımız bu modeldir. Cumhuriyetsiz Cumhuriyet modeli; adı konulmamış, dikta görünümlü bir Saray modeli. Seneca’nın yüzyıllar önce Augustus için söylediği gibi: “Hükümdar, cumhuriyetin örtüsü altında gizleniyordu”. Fakat “Cumhuriyet yönetiminin görevlerinin tek bir insanın elinde toplanması gerçekte onu bir hükümdara dönüştürüyordu.”
Karşı karşıya olduğumuz budur, engellenmelidir. Tekrar edelim: Türkiye ve bu ülkenin demokrasi, cumhuriyet birikimi Saray’dan büyüktür.