Türkiye, ÖSO’nun cihatçı çeteleriyle birlikte Cerablus’a girip Menbiç’e kadar gelen YPG’lileri Fırat’ın doğusuna sürmek için baskı yapınca, son birkaç gündür bilindik bir fıkra yeniden anlatılmaya başlandı Kürtler arasında.
Hani bir Laz’la bir Kürt idama mahkum olmuş da asılacakları gün son isteklerini sormuşlar. Kürt, “Anamı görmek istiyorum” demiş. Bir de Laz’a sormuşlar son isteğini. O da anasını görmek istiyor ama Kürt’e de çok kızgın. Sırf düşmanlık olsun diye söylemiş son isteğini:
“Kürt anasını görmesin.”
Gerçekten, giderek artan bir şiddetle “Kürt anasını görmesin” günleri yaşıyoruz.
Bir haftaya yakın süredir Diyarbakır’dan Mardin’e, oradan Nusaybin’e, Cizre’ye, Şırnak’tan göçenlerin yaşadıkları Cudi eteklerine kadar uzanan bir coğrafyadayız.
Çünkü sokağa çıkma yasakları, barikat-hendek savaşları, kentlerin yakılması yıkılması, yüzlerce insanın yaşamını yitirmesi günümüzden tam bir yıl önce, 2015’in Ağustos’unda başlamıştı.
Çatışmalar bitti ama bu kentlerden bazılarında sokağa çıkma yasakları tam gün olmasa da hala uygulanıyor. Yasaklı mahallelere hala girilemiyor. Yıkımlar sürüyor.
İşte bu bir yıllık çatışmalı-ölümlü süreçten arta kalanları yerinde görmek, insanlardan dinlemek için (bu izlenimleri yakında bir yazı dizisi olarak gazeteduvar.com.tr’de okuyacaksınız) çıkmıştık bu yolculuğa.
Çok şey yaşanmıştı bu bir yılda. Araya bir başarısız askeri darbe girişimi bile sıkıştırılmıştı. Türkiye’de Olağanüstü Hal uygulaması bölgesel olarak ilk kez Kürt kentlerinde uygulanmıştı. 14 yıl aradan sonra, bu kez tüm Türkiye’de OHAL uygulanmaya başlamıştı. İkinci OHAL dalgası Kürtlerin yaşamını nasıl etkilemişti? Çatışmaların yaşandığı kentler bugün ne durumdaydı? İnsanların ruh hali nasıldı?
Bu soruların yanıtlarını bulmak için çıktığımız bölge gezisinin son etabını Şırnak’tan İdil-Midyat arasında yapıp dostlarla buluşmak ve geceyi geçirmek için Savur’a gelmiştik.
O gece gelen haberlerden hemen hemen netleşmişti Türkiye’nin ÖSO’nun cihatçı çeteleriyle birlikte Cerablus’a gireceği. Sabah Savur’da uyandığımızda TSK’nın beklenen operasyonu başlattığına ilişkin haberler akıyordu televizyonlardan, sosyal medyadan.
Savur’dan çıkıp Bismil üzerinden Diyarbakır’a geçtik. İlçeler, iller değişiyordu ama ortak konu hiç değişmiyordu. Bir gece önce Savur’da başlayan tartışmalar Diyarbakır’da da sürüyordu. Herkes bölge uzmanı gibiydi. Aslında televizyonlara çıkan ama büyük bölümü “uzman görüntülü üfürükçü” düzeyine sahip tartışmacılardan çok daha ayrıntılı bilgiye sahiptiler. Haritalar çiziliyor, köylerden mezralara bölge isim isim işaretleniyor. Operasyonun varacağı yer anlaşılmaya çalışılıyordu.
Herkes hemen hemen hemfikirdi; bu operasyonun IŞİD’e karşı yapıldığını söylemek koskocaman bir yalandı ve işin gerçeği asıl hedef YPG’li Kürtlerdi. Zaten ilerleyen saatlerde de IŞİD diye yola çıkanlar bir süre sonra hedeflerinden bir diğerinin YPG olduğunu itiraf etmeye başlamışlardı.
Her ne kadar Türkiye’nin batısındaki insanların “balık hafızalı” olmasından yakınılsa da, bölgedeki Kürtler, bütün yaşanılan süreci yıl yıl, ay ay, gün gün, hatta saat saat bir çırpıda peş peşe diziyorlardı.
Bütün bu yaşananlardan çarpıcı bir sonuç çıkarıyorlardı:
“IŞİD Kürtleri vuruyor, Türkiye IŞİD’i vurmak için yola çıkıp sonuçta o da Kürtleri vuruyor.”
Bu tesbitin arkasından IŞİD’in patlayan bombalarının yol açtığı sonuçları anlatıyorlardı:
“20 Temmuz 2015’te IŞİD Suruç’ta canlı bomba patlattı. İki gün sonra Ceylanpınar’da iki polis öldürüldü. Türkiye ‘Hem IŞİD’e, hem de PKK’ye karşı operasyon başlatıyorum’ diye savaş uçaklarını havalandırdı. Uyduruk bir kaç atış yaptı IŞİD hedeflerine. Ama o tarihten itibaren aylardır hala Kandil’i bombalıyor. PKK 11 Ekim’de tek taraflı ateşkes ilan edecekti. IŞİD 10 Ekim’de Ankara Garı’nda canlı bomba saldırısı yaptı. Yüzden fazla insanımız öldü. Böylece PKK’nin ateşkesi o bombanın gürültüsüne kurban edildi. 20 Ağustos’ta KCK müzakerelere yeniden dönülmesi için deklarasyon yayınladı. Üzerinden çeyrek gün bile geçmeden IŞİD Gaziantep’te Kürt düğününe saldırdı, 50’den fazla insanımızı öldürdü. Böylece hem KCK’nın deklarasyonu güme gitti, hem de Türkiye ‘IŞİD’le mücadele’ görüntüsü altında aslında Kürtlerin Suriye’de ilerlemesini durdurmayı ve Fırat’ın doğusuna geriletmeyi hedefleyen planı uygulama fırsatı buldu. Yoksa Cerablus’taki IŞİD’e karşı yapılan operasyonun adı niye ‘Fırat Kalkanı’ olsun.”
Bu kronolojik anlatımda dikkat çeken unsur, AKP iktidarının politika değişikliklerindeki önemli köşe taşlarını IŞİD’in canlı bombaları eşliğinde gerçekleştirdiği yolunda.
Sonra geleceğe ilişkin senaryolar yazılıyor. Bunlardan birisi de önümüzdeki süreçte Afrin’den doğuya, Fırat’a doğru PYD’nin yeni bir hamle yapma olasılığı… Suriye’de Kürt koridorunun tamamlanacağına, hatta bölgedeki Kürtlerin Akdeniz’e kadar ineceğine inananlar da var. Bunu da bir espriyle anlatıyorlar:
“Bugün ‘Fırat Kalkanı’ operasyonuyla Kürtleri durdurmaya çalışanlar, bakarsın yarın ‘Akdeniz Kalkanı’ diye operasyon yapmak zorunda kalırlar.”
Suriye’deki Kürt kaynaklarından haberler de bölgeye akıyordu bir yandan.
Bu haberlere göre, IŞİD zaten Cerablus’u boşaltmıştı. Aslında bu Türkiye’ye yerleşen IŞİD’e AKP’nin yaptığı bir iade-i ziyaretti. Ama IŞİD çetelerinin bir kısmı ellerinde tuttukları daha güneydeki bölgelere doğru gitmişti. Bir kısmı da günler öncesinden özel araçlarla Cerablus’tan Türkiye’ye götürülmüş, sakalları kesilerek, üniformaları değiştirilerek tanklar eşliğinde yeniden geriye gönderilmişti. Ellerini kollarını sallaya, hatta yol boyunca selfi çeke çeke yürüyenler doğal olarak hiçbir IŞİD direnişiyle karşılaşmadılar. Anadolu Ajansı da bir çatışma görüntüsü elde edemeyince, kentin sokaklarında gezerken havaya ateş açan ÖSO çetelerinin görüntüleriyle biraz olsun heyacan yaratmaya çabaladı. TSK tanklarıyla Cerablus’a giren ÖSO çetelerinden kaçanlar da vardı. Bölgedeki yerel kaynaklar üç bine yakın Cerabluslu’nun Menbiç’e sığındığını bildiriyordu.
Bir başka ayrıntıyı daha gündeme getiriyor bölgedeki Kürtler, Türkiye’nin Cerablus’a girmesini konuşurken:
“15 Haziran 2015’te PYD Tel Abyad (Gre Spi)’a girdi. IŞİD’in savaşacak gücü yoktu kaçmak zorunda kaldılar. Bu operasyonla Cizire kantonu ile Kobane birleştirildi. Cumhurbaşkanından Başbakanına demedikleri laf kalmadı. Bu gelişmeyi Suriye rejimi ile PYD ve IŞİD’in işbirliği olarak gösterdiler, yok efendim nasıl olurmuş da IŞİD tek mermi atmadan Gre Spi’yi terk edip PYD’ye bırakırmış… Şimdi aynısı oldu Cerablus’ta. Sanki IŞİD’le ortak yapım olarak bir tiyatro oyunu sahneye koydular. Nasıl açıklayacaklar bu durumu?”
Gerçekten Kürtlerin değil Türkiye sınırları içersinde, komşu bir ülkede bile bir statü elde etmesini hazmedemiyordu Türkiye. Yıllarca Tel Abyad’ta komşusu olan IŞİD’den hiç rahatsız olmayan AKP iktidarı, kent Kürtlerin eline geçince ciddi bir rahatsızlık duymuş, bunu sınır kapısını kapatmaya, zaman zaman PYD mevzilerini bombalamaya kadar vardırmıştı. Şimdi de Kobane ile Afrin kantonunun birleşmesi gündeme gelmişti. Bunu gören Türkiye, yıllarca komşusu olan IŞİD’e karşı hiçbir hamle yapmazken Cerablus’un Kürtlerin önderliğindeki DSG’ye geçme ihtimali belirince hemen operasyon başlatıp kente girmişti.
Ancak bütün bunların dışında, devletle arasındaki ilişki son bir yılda ağır bir yara almış olan Kürtler, şimdi Suriye’deki Kürtlerin ilerlemesini durdurmak için Türkiye’nin yaptığı bu son hamleyi de içlerine sindiremiyorlar ve kendi devletlerine yabancılaşmalarını arttıracak bir gelişmenin rahatsızlığını yaşıyorlardı. Bu, bütün yaşananlara ek olarak yeni kopuş unsuru olarak bir kenara not ediliyordu.
Giderek daha çok inanıyorlardı; AKP’nin iktidar olma anlayışının, devletin var olma biçiminin tam gaz devam ettiğine;”Yurtta Kürtlerle Savaş, Cihanda Kürtlerle Savaş!”