15 Temmuz darbesinin kim(ler) tarafından nasıl planlandığına ve icra sürecinde nelerin olup bittiğine dair bilgilerimiz şu anda haliyle yetersiz ve muğlak. Ama yine de, Türkiye tarihinde bir dönüm noktası olacağı anlaşılan bu “vak’a”nın önümüzdeki kritik süreci nasıl etkileyeceği, hangi/ne tür ihtimallere kapı açtığı konusunda sağlıklı bir şekilde düşünebilmemiz için bazı temel önemde tesbitleri yapabilecek durumdayız.
Bunları ve bunlardan çıkarılabilecek ilk sonuçları özetle açıklamaya çalışacağım.
1) 15 Temmuz, hükümeti alaşağı edip yerine kendini veya belirlediği, empoze edebildiği bir kadroyu geçirmeye koşullu “klasik” bir “hükümet darbesi” olarak plânlanmış ve icra edilmiş değil. Klasik bir hükümet darbesinin mutlak/olmazsa olmaz koşulu olan sokakları boşaltmak veya en boş zamanı seçmek ile haberleşmeyi kesip kendi tekeline almanın saatlerce sözkonusu olmaması, kimi iktidar yanlısı çevrelerin iddia ettiği gibi “erken harekete geçmek zorunda kalmak”la veya beceriksizlikle kesinlikle açıklanamaz.
Çünkü eğer hükümetin darbe girişimini haber aldığından dolayı “acele edilmiş” ise, girişimin çok daha sert ve şiddetli hamlelerle başlatılması en basit bir mantık gereğidir. Oysa darbe girişiminin en şiddetli hamleleri saatler geçtikten sonra icra edildi.
Bu durumda mantıklı tek açıklama şudur: Darbeciler kentlerin, özellikle de büyük kentlerin en canlı boş saatlerinde haberleşmeyi özellikle kesmeyerek, darbe haberinin süratle yayılmasını mümkün kılarak işe girişmekle, darbeyi destekleyecek bir toplumsal tepkinin harekete geçebileceği ihtimaline “oynamışlar”dır. Hatta, kuvvetle muhtemeldir ki; hükümet yetkililerinin medya üzerinden yaptığı “sokağa çıkın, direnin” çağrılarına, darbeyi destekleyecek bir tepkiyi provoke eder düşüncesiyle uzun süre reaksiyon göstermemişlerdir.
Oldukça kitlesel bir darbe destekçisi hareketliliğin sokağa dökülmesinin ve hele bu hareketin hükümet yanlılarıyla çatışmasının onlara sağlayacağı ciddi bir “fayda” olacaktı bu durumda: Çok büyük bölümü ile bu darbe girişimi karşısında ilk başlarda “sessiz” kalan orduya, bu çatışma hali işaret edilerek “kardeş kanı dökülmesini, ülkenin iç savaşa sürüklenmesini önlemek” gibi karşı konulamaz bir gerekçeyle müdahale zorunluluğunu empoze etmek.
Bu hesap, AKP iktidarından ne denli yaka silker hale gelmiş olursa olsun bir askeri darbenin durumu daha da kötüleştirmekten başka bir sonuç ver(e)meyeceğini idrak etme olgunluğuna erişmiş muhalif toplum kesimlerinin basireti sayesinde tutmadı. Üzerine oynadıkları oyunun böylece tutmadığını gördükleri noktadan itibaren de darbeye kalkışanların desperadolara özgü bir şiddet patlamasının eseri olan hamlelerini gördük. Meclis bombalandı, yüzlerce insan öldürülüp, binlercesi yaralandı.
2) Bu kalkışmanın 2016 Ağustos’ta YAŞ tarafından tasfiye edileceklerini öğrenen Ordu’daki “Fethullahçı” unsurlarca planlanıp yapıldığı yolundaki AKP iddiası inandırıcılıktan çok büyük ölçüde yoksundur. AKP iktidarının ve onun tarafından Ordu’nun en üst makamlarına atanan kadronun Ordu’da büyük çapta bir “temizliğe” kararlı olduğuna dair haberler Temmuz başından beri yayımlanmakta idi.
Bu “temizlenecekler” arasında “Cemaat”e mensup olduğu iddia edilebilecek birileri olabilir. Ama bunların miktarının şimdi darbeci diye tutuklanan, aralarında 40’a yakın generalin de olduğu 2000’i aşkın muvazzaf subay-astsubay düzeyinde olması mümkün değildir. Ordu’nun 1980’li yıllardan beri “irticai faaliyette bulunmak”tan dolayı bünyesinden tasfiye ettiklerinin pek çoğunun “Cemaatçi” addedildiği, bu tasfiye işlemlerini AKP iktidarının ilk beş yılında Erdoğan’ın karşı çıkışlarına –koyduğu “şerh”lere– rağmen sürdürdüğü; son üç yıldır AKP iktidarının da bu “temizliği” bilhassa teşvik ettiği düşünüldüğünde, Silahlı Kuvvetler bünyesinde bu kadar çok sayıda, bu kadar üst seviyede ve bu kadar kritik aktif görevlerde “Cemaatçi”nin var olduğu iddiası kesinlikle mantık dışıdır.
Darbeye kalkışanların belirli bir siyasal görüşe veya kesime mensup olduklarını sanmıyoruz. Ancak AKP iktidarına, onun yönetim tarzına ve kimi uygulamalarına karşı olup, özellikle de tasfiye edilme endişesinden doğan öfkeyle harekete geçtikleri akla yakın görünüyor. AKP iktidarının bundan haberli ve hazırlıklı olduğuna dair iddia ve karinelerden bahsediliyor. Vakanın tozu dumanı dağıldıktan sonra bunları daha sağlıklı ve serinkanlı biçimde değerlendirebileceğiz.
Ancak, AKP iktidarının darbenin tamamen bastırılmasını bile beklemeden, darbeye fiilen katılmış olması mümkün olmayan veya desteklediklerine dair yeterli kanıtı toplamanın bile haftalar gerektireceği 2000’i aşkın hâkimi, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi üyesini “darbecilik”ten dolayı tutuklatması veya görevden alması; bu tür iddiaları desteklemenin yanısıra AKP’nin bu “darbe”yi nasıl bir fırsata dönüştürmeye niyetli ve kararlı olduğunu da açığa vuruyor.
3) AKP iktidarı ve Erdoğan’ın darbe girişimi olmasaydı da bu Temmuz ve Ağustos ayında Adliye ve Ordu başta olmak üzere tüm devlet aygıtında geniş çaplı bir “temizlik” yapacağı zaten malumdu. Bunun için yasalar çıkarılmış, listeler hazırlanmıştı. AKP iktidarının darbe teşebbüsünü bu icraatından dolayı doğacak tepkileri bastırmak ve hatta “temizliği” daha da genişletmek için altın bir fırsat gibi kullanacağı şimdiden belli. Ama özellikle Erdoğan’ın darbe ertesi söz ve tutumundan açıkça anlaşılmaktadır ki; darbenin kendilerine altından da öte platin bir fırsat vereceği umulmuştu.
Eğer darbe girişimi esnasında küçük çapta dahi olsa darbe destekçisi bir kitlesel hareketlilik ortaya çıksa ve o hareketin şahsında diyelim CHP veya HDP’ye “darbe destekçiliği” ithamını yapmak mümkün olabilse idi bu platin fırsata kavuşulmuş olacaktı. Böylece AKP iktidarının elinde devlet aygıtında “temizlik”ten de öte tüm ülke siyasetini “dizayn etmek” için kullanılabilecek gayet elverişli bir koz da olacaktı. Örneğin, henüz tam yürürlüğe sokulmamış olan dokunulmazlıkların iptali yasası bu bahane ile tam gaz işlerliğe sokulabilirdi.
Siyasal partilerin darbe girişimine açık biçimde karşı tavır alışı bunu engelledi. AKP yönetiminin ve Erdoğan’ın siyasal partilere yarım ağızla da olsa teşekkür etmeye mecbur kalışı, ülke siyasetini tamamen denetim altına alma hesabının rafa kaldırıldığı anlamına gelmiyor. Erdoğan’ın ısrarlı biçimde partisinin en “militan unsurlarını” “sokaklara, meydanlara çıkmaya devam etme”ye çağırmasını, AKP medyasının “darbe henüz tam bastırılmadı, operasyon devam ediyor” manşetlerini başka türlü yorumlamak mümkün değildir.
Önümüzdeki günlerde de süreceği anlaşılan o “sokaklara, meydanlara inme” faaliyetinin giderek “çatacak birilerini arayan” bir havaya bürünmesi, yer yer Alevi, Kürt mahallelere ve “çağdaş yaşam mekânlarına” saldırı girişimlerine dönüşmesi dikkat ve serinkanlılıkla izlenmesi gereken gelişmeler.
4) Erdoğan ve AKP iktidarı 15 Temmuz sonrası sürecin şu ilk etabında en kazançlı taraf olarak görünüyor. Daha iki hafta öncesine kadar İsrail, Rusya, Suriye’ye ilişkin politikalarında düştüğü “tükürdüğünü yalama” pozisyonu nedeniyle kendi biat çemberi içinde dahi “yutkunmalar”a yol açan, yıllardır alıştığı şirretçe saldırgan üslûptan az da olsa gerilemek zorunda kalan AKP iktidarı ve Erdoğan şimdi yeniden karşı saldırıya geçmek, planlarına kaldığı yerden devam etmek fırsatını bulmuş görünüyor.
Durum şimdilik böyle. Ama unutulmamalıdır ki AKP iktidarı ve Erdoğan bu fırsatı kullanmaya çalışacağı önümüzdeki dönemde, şimdiye kadar fazlasıyla yararlandığı çok önemli bir kozdan da artık mahrum olacaktır. Örneğin başlıca siyasal rakibi olan CHP’ye karşı on yıllardır tepe tepe kullanabildiği “darbe destekçisi” ithamını artık kesinlikle yapamayacak; yaptığında ise bizzat kendi seçmen kitlesi nezdinde müfteri olarak algılanabilecektir. Aynı şekilde bütün devlet imkânları ve yaygın medya şebekesi vasıtasıyla tüm siyasal rakiplerine karşı son iki-üç yıldır ağır bir şirretlikle yöneltebildiği “cemaatin güdümünde olma” ithamı da fiilen çürütülmüş olacaktır.
AKP ve Erdoğan’ın şimdiye kadar kendilerine yöneltilmiş tüm ciddi ve kesin kanıt ve karinelere dayalı eleştiri ve ithamlara karşı en etkin kalkan olarak kullanageldiği bu kozlar, 15 Temmuz akşamının hayati önemdeki testinde fiilen, herkesin gözü önünde kaybedilmiştir. AKP ve Erdoğan, AKP seçmen kitlesinin omurgasını ve çoğunluğunu oluşturan Sünni Türk muhafazakâr kesimin son iki yüz yılın tarihini “okuma tarzı”ndan devşirdiği argümanlar ile yine aynı kesimin Cemaat’in üsttenci, kibirli tutumuna karşı duyageldiği tepkiyi gayet kurnazca kullanarak “başarılı olma” faslının böylece sonuna gelmiştir. Artık ne yaparsa yapsın “olduğu gibi” görüneceği bir döneme girmiştir.
Dolayısıyla her kesimden önce bizzat AKP’li seçmen kitlesinin büyük çoğunluğunu oluşturan ve asırlardır ülkenin Müslüman geleneğinin büyük-ana mecrasını şekillendiren “ılımlı, pragmatik İslâm”ın –fıkhî tabir ile ifade edecek olursak Hanefi yaklaşımın– AKP iktidarı ve Erdoğan otoritarizmini esas olarak kendi adalet, hakkaniyet ve iz’an ölçütleri ile yargılamaya başlayacakları bir süreç kaçınılmaz olarak açılacaktır. 15 Temmuz restinde AKP-Erdoğan propagandasının on yıllardır kendilerine, İslâmî hayat tarzlarına “düşman” diye lanse ettiği, bu düşmanlığı yeniden işlerliğe sokmak için askeri darbeye bel bağladığını iddia ettiği kesimlerin hiç de böyle olmadığını açıkça görmüş olan bu kesim, herhalde bu fiili rahatlamayı siyasal tercihlerine yansıtmaya da hazır olacaktır.
Ve şu anda AKP ve Erdoğan’ın “sokağa inin” teşviklerine pek rağbet etmediği görülen ve ayrıca “sokağa inenler”in giderek belirginleşen “linç güruhu” –adeta IŞİD sempatizanı– hallerinden herhalde tedirgin olan bu geniş kesim, kendisine kimlerle yan yana olmalı sorusunu mutlaka sormaya başlamıştır.
O nedenle 15 Temmuz’da gayet ciddi bir “her şeye rağmen demokrasi” sınavından vakarla ve başarıyla geçmiş olan AKP muhalifi demokrasi ve uygarlık değerlerine bağlı kesimin telaşa, Erdoğan’ın bu vesileyle gücünü arttırması endişesine kapılıp gitmesine kesinlikle gerek yoktur. AKP’nin ve Erdoğan’ın eline şimdilik bazı fırsatların geçtiği doğrudur. Ama hiç de uzak olmayan orta vadede bu fırsatlardan umduğu sonuçları alamadıklarını da görebileceğiz.
Ancak asıl önemli nokta, sözkonusu AKP muhalifi kesimin, az önce belirttiğimiz noktalardan hareketle AKP seçmen kitlesini de silkelenmeye, geçmişin sağlıklı bir muhasebesini yapmaya ve birlikte şu pörsümüş Cumhuriyet ve demokrasiyi yeniden kurmaya teşvik edecek yepyeni bir yaklaşım ve dil oluşturma yeteneğini gösterip gösteremeyeceğidir.
Asıl yoğunlaştırılması gereken nokta/görev de budur.