7 Haziran seçimini izleyen günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan hedeflerini ve durumu değerlendirdi, amacını değiştirmeden taktik planında yeni hedefler belirledi.
İlk sonuç seçimin tekrarlanmasıydı.
En kısa zamanda yenilenecek seçimde Ak Parti grubunda bağlı milletvekili sayısının artması ve Cumhurbaşkanının güçlenmesi sağlanacaktı.
Muhalefetin katkısıyla, işler istendiğinden de olumlu geçti; başkanını seçtiği gün Meclis yeni seçime karar verseydi Ekim başında oy verilecekti; Meclis karıştırılmadan kasımın ilk günü seçim yenilendi.
Bağlı milletvekili sayısının artması ve güç kazanma hedefine de istenenden daha ileri düzeyde ulaşıldı.
Bu hedefler, siyasal sistemin tek adam yönetimine dönüşmesi kararının o günkü sahneleriydi.
Suruç olayıyla (22 Temmuz) savaş fiilen başladı; savaşı HDP’nin başlattığı izlenimi inanca dönüştürüldü! Devletin ordusu yerleşim yerlerini bombaladı, halkın yerleşim yerlerini terk etmesi önlendi; halkın önemli çoğunluğu HDP’nin devlete karşı savaşmakta olduğuna inandırıldı!
1 Kasım Seçimleri savaş devam ederken yapıldı.
Cumhurbaşkanı her gün kime oy verilmesi, kimlere oy verilmemesi gerektiğini anlatıyordu; “cumhurun başıydı”, “Millete doğruları söylemeliydi” O da milletine “doğruyu” söylüyordu!
Toplantıları, afişleri, adaylarıyla seçim yapılıyordu fakat seçimim temel ilkesini kimse umursamıyordu. 1950’den beri milletvekili seçimi, “genel, eşit, gizli oyla” yapılır. Bu ilke, 1961 Kanunu’nda, “eşit, tek dereceli genel oy esası” olarak tanımlanmıştı.
1950’den beri kanuna göre “Seçim işleri, seçim kurullarınca yürütülür.”
1961 ve 1982 Anayasalarında, “seçimlerin yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılacağı” yazılıdır. Belki, “Bugünkü yargı kanunlarıyla seçim işlerini hakimler yürütse ne olacak, yürütmese ne olacak?” diye soruyorsunuzdur!
Yukarda özetlediğimiz ilkeler, Ocak 2012 Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu ile başlayıp 2014 Cumhurbaşkanı seçimleri ve sonrasında, fiilen yürürlükten kalkmıştır.
Türkiye’deki seçimlerin “eşitlik ilkesi korunarak” yapıldığını iddia eden bir kişi kaldı mı bilmiyorum!
1 Kasım seçimlerinde, gerçek dışı ve eşit olmayan propaganda sayesinde Ak Parti bu oyu alabilmiştir.
Tanıtım faaliyetlerinde, haber ve her türlü yayında …, “kim ne yaparsa yapsın eşitlik bozulmaz” veya “bunlar zaten etkisiz şeylerdir” deniyorsa, seçimlerde eşitlik ilkesini başa da sona da yazmanın bir anlamı yoktur. Propagandanın ne kadar etkili olduğu, Cumhurbaşkanının her gün konuşmasından belli değil mi?
Ak Parti’nin devlet imkânlarını, tanıtım çalışmalarında pervasız kullanması da eşitliğin kalmadığını göstermeye yeter.
Yargıçlarla ilgili son kanun da, “seçim işlerinin seçim kurullarınca” nasıl yürütüleceği hususunda önemli tereddütler yaratmıştır. Yüksek Seçim Kurulu'nun Cumhurbaşkanı Seçim Sonuçlarını 14 Ağustos 2014 tarihinde ilanından bu yana, seçim kurulları kararlarının bütün devlet kurumlarını ve kişileri bağlayacağı kuralının uygulanması engellenmiştir.
Eğer Anayasa maddesi ve kurul kararları geçerli olsaydı Sayın Erdoğan’ın 14 Ağustos’ta Ak Partisi'yle ilişkisi kesilmiş, milletvekilliği ve dolayısıyla da “başbakanlık” sıfatı düşmüş olurdu.
Oysa Cumhurbaşkanlığı andını meclis kürsüsünde okuyuncaya kadar Erdoğan başbakan, milletvekili ve Ak Parti genel başkanlığı görevlerini elinde tuttu, bu sıfatlarıyla konuştu, toplantılar düzenledi, kararlar verdi, resmi evrak imzaladı, … ve saire.
Cumhuriyet Başsavcısı Ak Parti’ye bu zatın kaydını silin mi dedi? Veya Başbakanlığa görevin devri için yazı mı yazdı? Cumhurbaşkanı Başbakanlığı mı uyardı? Meclis Başkanı Ad Defteri'nden adını mı sildi? Ankara İlçe Seçim Kurulu “partisiyle ilişkisi kesilmiş olan” bir kişinin kongreyi nasıl açtığını ve konuştuğunu mu sordu? Bunların hiçbiri olmadı, olmayınca da O zat “Anayasa fiilen değişmiştir” dedi!
Evet, Sayın Erdoğan seçilmiş bir cumhurbaşkanıdır.
Ancak seçildiği an, Anayasa’nın açık hükümlerini çiğnemiş, sonra gelişen siyasal olayları yozlaştırmış, sonraki seçimlerde seçim kanunlarının ilkelerini bertaraf etmiş, memleketini demokratik seçimlerden de mahrum bırakmıştır.
7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri bana göre, yasal ilkelere uyulmadan yapılmış, sonuçlarının yasal kurullarca irdelenmesi engellenmiş seçimlerdir.
Bunlar meşru seçim değildir, bugünkü fiili durum ve yürütülen anlayış sürdükçe yapılacak hiçbir seçim de, “eşit seçim” olmayacaktır.
Yurttaş olarak hiçbir şey değişmeden “seçim sonucu” olarak açıklanacak gayri meşru ilanları tanımayacağımı açıkça beyan ediyorum.
Seçim denilecek oyunda ne oy veririm, ne de sonuçlarına saygı gösteririm.