"Sabah", "Akşam" yandaş medya manşeti çekmiş:
"Normale dönüş seferberliği", "TSK vuracak, STK kuracak"
Spotlarına göre "Terörden temizlenen kentlerine dönen vatandaşların hayatını normalleştirmek için devlet ve STK'lar seferberlik başlatıyor"muş.
"Güvenlik güçleri teröre karşı mücadelesini kararlı bir şekilde sürdürürken, TOBB'dan TÜSİAD'a, MÜSİAD'dan TİM'e onlarca STK inşa ve ihya sürecinde aktif rol alacak"mış.
Hem de kim varmış bu "inşa ve ihya" sürecinde aktif rol alacak STK'ların içinde biliyor musunuz; İHH, Ensar Vakfı, ÖNDER, İlim Yayma Cemiyeti, Birlik Vakfı...
Haberlerin ayrıntıları da müthiş!
AKP'nin Merkez Yürütme Kurulu "terörün vurduğu Doğu ve Güneydoğu illerinde yeni dönemde yapılacakları masaya yatır"mış.
Bir de "yol haritası' çıkartmışlar.
"Evleri yıkılan vatandaşlar TOKİ'den ev sahibi olurken, evlerin eşya ihtiyacının karşılanması için başta TOBB, MÜSİAD, Kızılay gibi sivil toplum örgütleri ve sendikalar aracılığıyla kampanyalar başlatılacak"mış.
Bu "seferberlik" planına göre "terör mağduru vatandaşlara buzdolabı, çamaşır makinesi halı gibi ev eşyaları ile giyim ve gıda yardımı yapılacak, 'kardeş belediye' projesi kapsamında Türkiye'nin batısından doğusuna 'kardeşlik köprüsü' kurulacak"mış.
Kürt kentlerinde yaşananları tam olarak bilmeyenler bu başlıkları, spotları, haberleri okuyunca saf saf sevinebilir; "Ne güzel devletimiz terörden zarar gören yurttaşlarına bütün şefkatiyle yardım elini uzatıyor" diye.
Ama, bölgede yaşanılanları bilenler için işin aslı hiç de öyle değil.
Öncelikle şu tesbiti yapalım; AKP'nin Milli Güvenlik Kurulu'nda yaptığı hesap, bölgedeki Kürtlere uymadı.
Daha ortada hendekler barikatlar yokken, 2014'ün Eylül ayında Genelkurmay Başkanlığı'na sunulduğu iddia edilen ve süreç içersinde satır satır uygulandığı görülen "Çöktürme" planından birkaç cümle:
"Özel Polis Kuvvetleri ve özel askeri komandolar eşliğinde, ordu güçleri şehirleri kuşatarak, mahallere ve yerleşkelere operasyonlar düzenleyecek. (...) Ablukaya alınan yerleşkelerde, yaşamsal alanlar tahrip edilerek geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak. Kitlesel imhalar, tutuklama ve boşaltmalarla yerleşkeler huzura kavuşturulacaktır. (...) bombalanmış küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesi planlanmakta." (HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü'nün TBMM Başkanlığı'na Ocak 2016'da verdiği soru önergesinden)
İlk bakışta "Çöktürme" planının bu kısmı, yani "bombalanmış yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesi" gerçekleşti.
Sur'dan Cizre'ye, Silopi'den İdil'e, Şırnak'tan Yüksekova'ya, Nusaybin'den Silvan'a kadar uzanan bir coğrafyada binlerce insan göç etti.
Ancak bundan sonrası beklendiği gibi olmadı. Çünkü göçen insanlar, en yakınlarındaki kentlere, kasabalara, köylere gittiler. Çok büyük bir bölümü bölge dışına çıkmadı.
Aslında bu, geçmiş yıllarda yaşanan örneklerinden çok farklıydı.
Gerek Birinci Körfez Savaşı sırasında, gerekse de 1990'lı yıllarda köyler boşaltılıp yakılıp yıkılınca bölgeden Türkiye'nin batısına büyük bir göç dalgası yaşanmıştı.
İstanbul'a, İzmir'e, Bursa'ya, Yalova'ya, Antalya'ya, Adana'ya, Mersin'e, Gaziantep'e göç vermişti bölge.
7 Haziran öncesi, özellikle de seçimlerden sonra Türkiye'nin batısında HDP merkezlerine, seçim bürolarına, Kürtlerin evlerine, işyerlerine yapılan saldırıların etkisiyle de olsa gerek göçen halkın büyük çok büyük bölümü bölgenin dışına çıkmadı.
Kentlerindeki kuşatma, bombardıman, sokağa çıkma yasakları biter bitmez de yıkılmış evlerine, harabeye dönmüş mahallelerine, moloz yığını olarak kalmış kentlerine geri döndüler.
Bu göç ve geri dönüş aylardır devam ediyor bölgede.
Rojava Yardımlaşma Derneği, yerel yönetimler, GAP Belediyeler Birliği, bölgedeki tüm sivil toplum örgütleri büyük bir çabayla, Türkiye'nin batısından katılan bazı gönüllülerin desteğiyle de tam yedi aydır büyük bir yardım kampanyası sürdürüyorlar.
Aylardır Cizre'den Silopi'ye, Sur'dan Yüksekova'ya kadar binlerce insan için "Kardeş Aile Kampanyası" örgütlüyorlar.
Bu kampanya bölgeden başlıyor, Türkiye'nin batısına uzanıyor ama bununla da sınırlı kalmıyor.
"Kürt Özgürlük Hareketi" çizgisinde Avrupa'dan Türkçe ve Kürtçe yayın yapan televizyonlar yardım kampanyası duyuruları yapıyor, "Kardeş Aile" için özel canlı yayınlar gerçekleştiriyor.
Büyük bölümü Türkiyeli "gurbetçi" olanlar, özellikle de Kürtler; İngiltere'den Fransa'ya, Almanya'da İsveç'e, Belçika'dan KKTC'ye kadar geniş bir coğrafyadan katılıyorlar telefonla bu canlı yayınlara.
Kimi toplu bağışta bulunuyor, kimi Sur'dan, kimi Yüksekova'dan, kimi Cizre'den "Kardeş Aile" ediniyor.
"Kardeş Aile" edinenlerin her ay en az 150 Euro göndermesi gerekiyor. Ancak bununla da sınırlı tutmak istemiyorlar kampanyayı düzenleyenler. Eğer şartları uygunsa edindikleri "Kardeş Aile"yi ziyaret etmelerini, tanışmalarını öneriyorlar dayanışmanın ekonomik boyutunun yanı sıra sosyal, psikolojik ve moral açıdan da amacına ulaşması için.
Ancak bütün bu çabalar, hani bugün bölgedeki "yaraları sarmak" için girişimde bulunmayı hala daha düşünen, henüz uygulanmamış projeler üreten AKP iktidarının ciddi engellemeleriyle karşılaşıyor.
Yedi aydır bölgede göç eden, geri dönen, evleri yıkılan ailelere gıda, elbise, ısıtıcı yardımı yaptıklarını anlatıyor Rojava Yardımlaşma Derneği Eş Genel Başkanı Mustafa Ocaklı:
"Şu ana kadar 80 bin aileye ulaştık. Yani bu 300-350 bin kişi anlamına geliyor. Cizre, Silopi, İdil gibi yerleşim yerlerine kum, çimento, briket, tuğla, kapı ve pencere doğramaları yardımı yaptık. Bu inşa sürecini yerel yönetimlerle ve sivil toplum örgütleriyle gerçekleştiriyoruz. Ancak büyük engellemelerle karşılaşıyoruz. Cizre'ye ve İdil'e gönderdiğimiz yağ tenekelerini bıçaklarla deldiler. İlçelere sokmadılar. Şu anda Nusaybin'de 40 bin insan var. Susuzluktan, gıdasızlıktan kırılıyor. Ancak yardımlarımız engelleniyor. Derneğimize ait iki banka hesabını dondurdular. Cizre'ye 100'e yakın buzdolabı gönderdik. İlçeye sokmadılar. Gönderdiğimiz gıda yardımlarına el konuluyor."
Bölgedeki Kürtler yaşadıkları kentler bombalansa da, evleri yerle bir edilse de geri dönüyor. Evinin enkazı üzerine çadır kurmak, orada yaşamını yeniden örgütlemek istiyor. Ancak değil çadır kurmalarına, evlerinin bulunduğu yerde yaşamalarına bile izin verilmiyor. Hatta bir ara İdil Kaymakamlığı, moloz yığınına dönüşmüş mahallelerinde çadır kuranlara "görüntü kirliliği yaratmak"tan dava açmaya kalkıyor.
"Telaşa kapıldılar. Çünkü halk yaşam alanlarını terketmedi" diyor Ocaklı, " Halk yaşamak için çadır talebinde bulunuyor. Gönderdik. Kurulan çadırları bıçaklarla delik deşik ettiler, yıktılar. Daha sonra gönderilen çadırları içeri sokmadılar. Yüksekova'nın yüzde 70'i yıkılmış. Ama insanlar orada yaşamak istiyorlar. 'Bırakın biz molozların üzerine çadır kurmak istiyoruz' diyorlar. Halk çadır talebinde bulunuyor. Gönderdiğimiz çadırlara el konuldu. Şu anda Cizre'ye, İdil'e bizim gıda yardımımızın girmesine izin vermiyorlar."
Bölgeden de DİHA'nın geçtiği haberler geliyor. Şırnak'ın çevre beldelerinde ve köylerinde çadır kurmalarına izin verilmediği için kendine naylondan barınma alanı oluşturan binlerce kişinin yaşadığı alanlara polis ve özel harekat timleri baskın yapmış... Naylon barakalarda yaşayanların eşyaları dağıtılmış, çocuklarının cenazesini arayan aileler tehdit edilmiş... Vekillerin de olduğu HDP heyeti ve yardım kuruluşları bölgeye sokulmamış... Sağlık Emekçileri Sendikası'nın üyeleri sağlık kontrolü için, psikologlar halka destek vermek için gittikleri Şırnak'tan içeri alınmamışlar.
İşte halka dönük bu yardımları engelleyen de bugün "yaraları sarma seferberliği" planlayan AKP iktidarı.
Çünkü panik büyük. Kürtlerin yaşam alanlarını "geri dönülemeyecek biçimde" tahrip etmeyi planlamışlardı. Yaptılar.
Ancak Kürtler, kentlerini bırakmama kararı verdiler, geri döndüler.
İşte planın iflas ettiği nokta burası.
Örgütle halkın arasına bir kama sokmak istediler. Hendekleri, barikatları bahane ederek kentleri yıktılar.
Ancak kısa bir süre sonra anlaşıldı ki, buradaki temel mesele hendekler ve barikatlar değil.
Çünkü hendekler, barikatlar yerle bir edildiği halde, operasyonların bittiği duyurulduğu halde sokağa çıkma yasakları süren ilçeler var. Çatışmalar, hendekler, barikatlar bitti ama devlet güçlerinin yıkımı bitmiyor.
İlk başta hendeklerden ve barikatlardan dolayı örgüte dönük bir tepki oluşsa da şimdi anlaşıldı ki, mesele hendek ve barikat değilmiş.
Örneğin Yüksekova'da sokağa çıkma yasağının 38. gününde çatışmalar bitiyor, hendeler, barikatlar kaldırılıyor. Ama iki ay daha sürüyor Yüksekova'da sokağa çıkma yasağı. Çatışmalar, operasyonlar bittikten sonra yapılıyor yıkımların yüzde 70'i.
Süreç ilerledikçe gerçekler ortaya çıkıyor. Burada yıkan güç olarak AKP devleti en yalın biçimde teşhir oluyor. Hatta görüntüleri de var, AKP'li milletvekili Yüksekova'ya gidiyor. Halka soruyor "Burayı kim yıktı?" diye. Herkes net biçimde yanıt veriyor:
"Devlet yıktı!"
Sosyal medyada AKP'li milletvekilinin nasıl arkasına baka baka gittiğini gösteren görüntüler izlenme rekorları kırıyor.
Halk devlet güçlerinin yıkıcı yüzüyle başbaşa kalmış durumda. Yardımına tek koşan yine örgütlü Kürtler.
İşte bu çıkan görüntüye AKP devleti aylar sonra daha yeni uyanmış.
Bir yandan Kürt örgütlerinin Kürtlere yardım etmesini engellemeye çalışıyor, diğer yandın "Savulun, bu memlekete Komünizm gelecekse onu da bu devlet getirir" mantığındaki tek parti iktidarı gibi.
Yandaş gazetelerin manşeti de bu mantığı ele veriyor.
Üst başlık "Türk Sivil Kuvvetleri" terör yaralarını sarmak için devrede"
Manşet daha da Türkçü:
"TSK vuracak, STK kuracak"
Yani yandaş medya diyor ki; "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin vurduğu Kürt kentlerini, Türk Sivil Kuvvetleri kuracak!"
Kafa o kadar karışmış ki, örgütlü Kürtlerle Kürt halkı arasına kama sokmak için kentleri yakıp yıkıyorlar, insanları öldürüyorlar. Sonra bakıyorlar ki, Kürt halkının yardımına koşanlar yine örgütlü Kürtler ve Türkiye'nin batısındaki ilericiler, demokratlar, sosyalistler.
İşte AKP iktidarının tutmayan planı bu.
Şimdi de bu yüzden panik halinde "Yediğimiz bu haltın altından nasıl kalkarız" diye plan yapıp gazetelerin manşetinden servis ediyorlar.
Oysa bu ülkede "demokratik bir devlet aklı" olsaydı, bu hendeklerden ve barikatlardan sonra "Kürt Özgürlük Hareketi"ne desteği en az yüzde 50 azaltırdı.
Hoş "demokratik bir devlet aklı", silahlı mücadeleye de, hendeklere de, barikatlara da, kentleri abluka altına almaya, masum sivilleri öldürmeye de varmazdı.
Ama uygulanan bu vahşi yıkım ve katliam politikaları bir kez daha bölgede yaşayan her insanın "Kürdün Kürtten başka dostu yoktur" demesine yol açtı.
Geçmiş olsun beyler. Ya da kıyı Ege'de yaşayanların ağızıyla söyleyeyim:
"Akşamın kalimera."
Yani "İstanbullucası":
"Akşam vakti günaydın."
İsterseniz İngilizler gibi söyleyelim, belki NATO'cu subaylar bunu daha doğru anlar:
"Akşam yemeğinden sonra Günaydın."