2020 başkanlık seçimleri doruk noktasına yaklaşırken, hem Joe Biden hem de Donald Trump bu seçimi halka kakalamaya çalışmaya devam ediyor. Biden ve destekçileri için bu seçim, demokrasiyi Donald Trump'ın sürünen otoriterliğinden kurtarmakla ilgili. Trump ve destekçileri için ise "büyük Amerikan yükselişini" sürdürmek ve Biden’ın sözde "radikal sosyalizmi" ile mücadele etmekle ilgili. Bununla birlikte, seçimin son aşamasına girerken, bu seçimin aslında kapitalistler açısından ne anlama geldiği çok net olmalı: kemer sıkma politikasının uygulanması yoluyla işçi sınıfını demoralize etmek ve ona saldırmakta adaylardan hangisinin daha iyi olacağına karar vermek.

Ekonomi bu, aptal!

James Carville’in 1992’deki meşhur Bill Clinton kampanyasıyla ilgili “Ekonomi bu, aptal” sözü bugün her zamankinden daha da doğru geliyor. Mevcut ekonomik krizin tam etkisi hala bilinmiyor. Genel olarak anlaşılan, Trump'ın "V-şeklinde iyileşme" vaadinin – yani ekonominin çöküp sonra hızla toparlandığı bir iyileşme - gerçekleşmediğidir. 3 Ekim tarihli bir makalede New York Times, “pandemik depresyon” sona ererken “pandemik durgunluğun” başladığını ilan etti.

Neil Irwin bu makalede, derin bir işsizlik krizine işaret ederek, “[istihdam rakamları gösteriyor ki] halk sağlığı kısıtlamaları gevşetilse ve aşıya yaklaşılsa bile, genel ekonomi pandemi öncesi haline hızlı bir dönüş için hazır değil. Aksine sektörlerin aldığı yaralar, açma veya kapama tartışmasının kapsadığından çok daha geniş bir alanda gerçekleşiyor.

Hatta, bu ifade bile aşırı iyimser olabilir. Financial Post’ta 30 Eylül'de yayınlanan bir makalesinde David Rosenberg, “Bir bunalımdayız - durgunluk değil, bunalım. Bir bunalımın dinamikleri, durgunluk dönemindekinden farklıdır çünkü bunalımlar sürerli bir değişikliğe neden olurlar. Klasik iş döngüsü durgunlukları, sona erdikten sonraki bir yıl içinde unutulurlar. Ancak bunalımın yaralarının iyileşmesi yıllar alacak."

Ardı ardına gelen toplu işten çıkarma dalgaları milyonları işsiz bıraktığı için, mevcut kriz on yılların en derin krizidir. Gerçekten de, bu işten çıkarmaların çoğu, havayolları, otelcilik ve sanat gibi tüm endüstrilere yayılan kesintilerden kaynaklanıyordu. Bu işlerden bazılarının geri verilip verilmeyeceği belli değil, krizin yaralarına ek olarak, büyük şirketlerin bile iflas başvurusunda bulundukları bir ortamda, sayısız küçük işletme kapandı. Salgının ilk dalgasının dorukta olduğu dönemde, kapitalistler kötü durumdaydı.

Bu kriz sadece Amerika Birleşik Devletleri ile sınırlı değil. Son haftalarda, Yeni Zelanda ekonomisi Büyük Buhran'dan bu yana hiç olmadığı kadar kötüleşti ve New York Times'a göre Avrupa'nın toparlanması bir “hayal” haline geldi. Arjantin'de ülkenin yaklaşık yarısı yoksulluk içindeyken, Latin Amerika şimdiye kadarki en kötü ekonomik küçülmeyi yaşıyor.

Kısacası krizin etkileri derin ve devam ediyor. Buna, ufukta başka bir karantinanın yaklaşıyor olabileceği gerçeğini de ekleyelim; Beyaz Saray'ı kim işgal ederse, esasen her şeyden önce ekonomik krizi ele almakla görevlendirilecek. Bir sonraki başkan "Salgın Bunalımı Başkanı" olacak.

Ufukta kemer sıkma var

Trump veya Biden'ın mevcut krizi ele almakla görevlendirileceği düşünüldüğünde, ekonomik konularda büyük ölçüde ortak olduklarını anlamak önemlidir. Her iki adam da büyük işletmeler için kurtarma operasyonlarını ve işçi sınıfı için kemer sıkmayı destekliyor. Aslında şu anda, işletmeleri kurtarma planları 2008'dekinden bile daha büyük, işletmelerin bu parayı nasıl kullandıklarına dair esasen herhangi bir denetleme yok ve hepsi vergi mükelleflerinin dolarlarıyla finanse ediliyor. Yani esasen hükümet, kapitalistlere daha fazla para akıtmak için, asıl zorda olan işçi sınıfını kandırıyor. Daha sonra bütçe açığını ve harcamaları nasıl azaltmamız gerektiği konusunda konuşup , şirketlere boş çekler yazmayı bırakmak yerine, en savunmasızlar için yardımları keserek “bütçeyi dengeleyecekler”.

Kemer sıkma özünde budur: Hükümet ekonomik krizden çıkmak için görünüşte hükümet harcamalarını (neredeyse her zaman sosyal hizmetler için olanları) keser. Bununla birlikte, kemer sıkma, sadece kapitalistler için işçi sınıfının sömürülmesini artırarak kârlarını artırmanın bir bahanesidir. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, kemer sıkma politikasının altında kalanlar, orantısız bir şekilde bedel ödeyen işçi sınıfı ve savunmasız olanlardır.
Kemer sıkma politikaları en çok 2008 ekonomik krizi sırasındaki haberlerde yer aldı. Avrupa, özellikle hem Sol hem de Sağ politikacıların dayattığı kemer sıkma politikaları nedeniyle mahvoldu. Örnek olarak, bir Birleşmiş Milletler aşırı yoksulluk uzmanı, kemer sıkmanın İngiltere üzerindeki etkisi hakkında bir rapor yazdı. Rapor şöyle diyor:

Bu nedenle, pek çok insanın yoksulluk içinde yaşaması, açıkça haksızlık ve İngiliz değerlerine aykırı görünüyor. Bu, gıda bankalarındaki muazzam artışı ve bu bankaların önünde bekleyen kuyrukları, sokaklarda uyuyan insanları, evsizliğin artışını, hükümeti bile intihar önlemek ve sivil toplumun yalnızlık düzeylerini rapor etmesi için bir bakan atamaya iten derin umutsuzluk duygusunu gören herkes için gayet açıktır. Ve özellikle İngiltere'de gerçek bir sosyal güvenlik ağı sağlamada hayati roller üstlenen yerel yönetimler, bir dizi hükümet politikasıyla yıkıldı. Kütüphaneler rekor oranda kapandı, toplum ve gençlik merkezleri küçültüldü ve yetersiz finanse edildi, parklar ve rekreasyon merkezleri dahil kamusal alanlar ve binalar satıldı.

Bu kemer sıkmanın yarattığı enkazın sadece küçük bir kısmı. Milyonları yoksulluğa sürükleyen bir ekonomik krizin ortasında sosyal güvenlik ağı da yok ediliyor. Giderek daha fazla insan güvencesiz duruma sokuldukça, sağlık, eğitim ve emeklilik gibi gereklilikler yetersiz finanse ediliyor ve bunlara yükleniliyor. Sonuç ise felaket ve umutsuzluk.

Demokratlar ve Cumhuriyetçiler kemer sıkma politikası konusunda birleşiyor. Bunu şu ana kadar yapılan ekonomiyi kurtarma  paketlerinin iki partinin de desteğini almasından anlayabiliriz. Bir başka örnek de, son şehir bütçesinde, neredeyse tamamen Demokratlardan oluşan New York Şehir Meclisinin yıkıcı bir kemer sıkma bütçesine destek verişidir. Nitekim, Porto Riko'ya dayatılan yıkıcı kemer sıkma politikasının Obama döneminde yapıldığını çok çabuk unutuyoruz.

Hem Trump hem de Biden, Amerika Birleşik Devletleri'nin pratikte var olmayan sosyal güvenlik ağından yapılan kesintileri denetleyecek. Eğitim niteliksizleştirilecek ve sözde ‘hak’ programları belki de özelleştirilecek. Ele geçen herhangi bir krizden çıkış parası büyük sermayenin ceplerine aktarılmaya devam edecek.

Biden Bu İşe Uygun mu?

Başkanlık yarışı sona ermekten çok uzak olsa da - ve 2016 bize tek bir şey öğrettiyse, o da yarış bitmeden sonucu ilan etmemektir -  Biden'ın iktidarı ele geçirme şansı giderek daha muhtemel görünüyor. Ulusal olarak ortalama % 10,8 ile önde ve çoğu hareketli eyalette başı çekiyor. Ayrıca Biden, milyarderler ve kapitalist sınıfın sektörleri arasında Trump'tan daha fazla destek görüyor ve Wall Street'ten Trump'tan çok daha fazla para topluyor

Biden'ın sermayeden neden bu denli destek aldığının cevabı açık: Kemer sıkma politikasını uygulamakta en iyisinin o olacağını düşünüyorlar. Zengin ve büyük işletmeler, tepki olmaksızın emeğimizle kendilerini zenginleştirmeye devam edebilmeleri için kemer sıkma politikasının sorunsuz bir şekilde uygulanmasını istiyorlar. Biden'ın bunu yapacak kişi olduğu hipotezlerinin kesinlikle emsalleri var.

Birleşik Krallık'ta İşçi Partisi’nin Başbakanı Tony Blair, Thatcherizmin (bir İngiliz muhafazakar ideolojisi, ismini Margaret Thatcher’dan alıyor) yıkıcı politikasını sürdürdü ve onu sağlamlaştırmak için "sol" yöntemleri kullandı. Doğrusu Blair, Thatcher’ın kemer sıkma politikasına devam etmekle kalmadı; onu genişletti.  Seçim sırasında üniversitelerde harç ücreti olmaması sözünü verdikten iki ay sonra, harç ücreti uygulanmaya başlandı. Bu, İngiliz üniversitelerinin 1962'den bu yana ilk harç ücreti alışıydı. Blair, sözde solcu bir partinin üyesi olduğu için kemer sıkma politikalarıyla ilgili bir miktar tepki alsa da, Thatcher'ın maruz kaldığı kamuoyu basıncıyla neredeyse hiç yüz yüz gelmedi.

Amerika Birleşik Devletleri'nde, Bill Clinton, Reaganizmi tırmandırmayı ve neoliberal saldırıyı derinleştirmeyi başardı, ancak bir Demokrat olarak eleştirilere karşı bir kalkanı olduğu için, ancak küçük bir kamuoyu tepkisiyle karşılaştı. Thomas Frank bunu şöyle anlatıyor: “Bill Clinton iki şeytan arasında daha iyi olan değildi, hatta en büyükleriydi. Demokrat olmasının büyüsü, Cumhuriyetçilerin asla başaramayacağı şeyleri yapmasını sağladı. Refah reformu, Suç Yasası (The Crime Bill), NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) – gibi kendi koalisyon üyelerini zora sokan adımlar attı. Clinton, Reagan'ın ve Bush’un yapamayacaklarını yaptı.

Bununla birlikte, Biden'ın mevcut krizde işçi sınıfına dost olmak niyetinde olmadığını görmek için sadece geçmiş örneklere bakmamıza gerek yok. Biden’ın internet sitesi, 2009’daki “iyileşme” deneyimini anlatıyor, ancak çalışan insanlar için hiçbir zaman gerçek bir iyileşme sağlanmadı. Bunun yerine, milyonlarca insan evlerini kaybederken, bütün bir nesil güvencesiz çalışmaya ve öğrenci kredilerine itildi. Obama-Biden “iyileşmesinin” mirası budur. Ve Biden bunu sürdürecek olmaktan gurur duyuyor. Obama bir “kemer sıkma başkanıydı” ve Biden da aynı olacak.

Frank’in sözlerinin şu anda rahatsız edici bir tarafı var. Biden, Black Lives Matters (Siyahların hayatı değerlidir) hareketinin çoğunu, organize solun çoğunu ve partisinin tüm ilerici kanadını içeren bir koalisyona liderlik ederken, onlara bir kalkan olarak ne yapabilecek? Sermaye onu belli ki bir sebeple destekliyor. Trump'ın yapamayacağı neyi yapabilecek?

Bu yoldan daha önce geçtik ve bir daha geçmemeliyiz. Kapitalist bağışçılarına “hiçbir şeyin temelden değişmeyeceğine” söz veren bir adaya inancımızı ve desteğimizi veremeyiz - vermemeliyiz. Büyük Buhran'dan bu yana yaşanan en kötü ekonomik krizin ortasındayız ve hem Biden hem de Trump, büyük şirketler için daha fazla para ve işçi sınıfı için daha fazla kemer sıkma getirecek.

Ancak, mevcut durumun 1990'lardan çok farklı olduğuna dikkat etmek önemlidir. Küresel kapitalist kriz şimdi daha derin ve neoliberalizm yıllarca insanları sola doğru kutuplaştırmaya başladı. Ek olarak, Biden’ın koalisyonu üzerindeki kontrolü Clinton’unkinden çok daha zayıf. Aslında, Biden’ın “daha az kötü” oluşu, Biden için oyları kamçılamaya yardımcı olsa da, Biden’in seçim tabanının büyük oranda politikaya karışmayan bir kesime dönüşmesine yol açıyor. Bu, koalisyonun Biden'a destek değil, Trump'a muhalefet için bir arada olması yüzünden zayıf bir konumda kalmasına neden olabilir. Sonuç olarak görev, Biden için Blair veya Clinton için olduğundan çok daha zor görünüyor.

Buna ek olarak, Trump bir galibiyet elde edebilirse, ağır bir kemer sıkma getireceği konusundan emin olabiliriz. İlk başkanlık dönemi, sermayenin yorulmak bilmez bir müttefiki olduğunu gösterdi - özellikle de politikalarının çoğunun kendisini ve ailesini kişisel olarak zenginleştirmeyi amaçladığı düşünüldüğünde - ve zaten siyasi taktiğinin bir parçası olarak yardımları kesiyor. Bununla birlikte, Trump'ın istikrarsızlığı, onu kapitalistler için Biden'dan daha güvenilmez bir müttefik yapıyor. Özellikle yaz boyunca yaşanan hem pandemi hem de polis şiddetine karşı ayaklanmalar karşısında Trump, durumu sakinleştiremeyerek piyasada sık sık çökmelere neden oldu. Henüz kesinleşmemiş olsa da, sermayenin büyüyen bir bölümünün Trump ile işi bitmiş gibi görünüyor ve yumurtalarını Biden’ın daha istikrarlı sepetine koymaya karar verdiler.

Yaklaşan kemer sıkmaya direnmek için harekete geçmeli ve örgütlenmeliyiz. Bunu yapmanın tek yolu, işçi sınıfının gücünü kapitalistlere ve onların politikacılarına en acıtacak noktadan saldırmak için kullanmaktır: grevler ve iş durdurmalarla emeğimizi geri çekmeliyiz. Kapitalistler, Biden’ın kemer sıkma politikası uyguladığında başkan olarak daha az tepki görecek daha istikrarlı bir sermaye hizmetçisi olacağına güveniyorlar. Onlara haksızlıklarını kanıtlamalıyız. Biden veya Trump, kapitalistler ne zaman krizlerinin bedelini bize ödetmeye çalışırlarsa, savaşmaya hazır olmalıyız.

Ezra Brain tarafından kaleme alınan bu yazı leftvoice.org sitesindeki orijinal halinden Ebru Batur tarafından çevrilmiştir.