L’Humanité Genel Yayın Yönetmeni’ne:

Sevgili Yoldaş,

L’Humanité’nin okuyucuları ile birlikte az önce, her yerde olan komünistler için acil gerçeklik sorununu bize toplu olarak düşünme şansı veren Jean Bruhat’ın tarihi makalesi  “Göçmen işçiler üzerine”yi okudum: Bu nedenle, sizin makalenizin sayfalarında da yer alan aynı konu üzerine birkaç değerlendirme yapma fırsatı diliyorum. 

İlk olarak izninizle, Bruhat’ın eserinin kalitesini ve politik yönünü takdir ederim. 

İşçi hareketinin tarihini mücadele perspektifinden meydan okurca bir tavırla anlayarak mevcut durumumuzu daha iyi anlayabilmemiz için bize kritik bilgiler sunuyor. Bize Marksist ve Leninist eleştirel analizin yöntemini ve işçi hareketinin tarihi içindeki etkili eğilimleri göstererek devam etmekte olan politik eğitimimize örnek bir katkı sunmaktadır.

Göçmen işçilerin sorunlarına geri dönersek: Jean Bruhat, somut araştırmalarını, uluslararası işçi hareketinin oluşumu ile uyumlu, endüstriyel kapitalizm tarihinin ilk (başlangıç) dönemi ile açıkça sınırlar. Bu sorun o zamandan beri hangi yeni formları üstüne aldı? Özellikle Lenin’den, Bruhat’tan alıntı olan metinlere birkaç metin ekleyebiliriz.

Lenin ve göç

Ekim 1913’te, Lenin, “Kapitalizm ve İşçilerin Göçmenliği” konulu az bilinen bir makale yayınladı.

Lenin kapitalizmin ulusların özel bir göç biçimine yol açtığını savunuyor. Hızla gelişen sanayi ülkeleri, büyük çapta makine tanıtımı yapıyor ve geri bırakılmış ülkeleri dünya pazarından kovuyor, yurt içindeki ücretleri ortalama oranın üstünde yükseltiyor ve böylece geri bırakılmış ülkelerden işçileri çekiyor. Yüz binlerce işçi böylece yüzlerce ve binlerce verstte dolaşıyor. Gelişmiş kapitalizm, onları zorla yörüngeye sürükler, yaşadıkları geri bırakılmış yerlerden ayırır, onları dünya tarihi hareketine katılımcı kılar ve güçlü, birleşik, uluslararası fabrika sahipleri sınıfıyla karşı karşıya getirir.

Bu gözlemden Lenin, şu sözleri yerine getirmeye zorlanır:

Şüphe yoktur ki korkunç yoksulluk, tek başına insanları kendi topraklarını terk etmeye zorlar ve kapitalistlerin göçmen işçilerden en utanmaz bir şekilde yararlanmalarına neden olur. Ancak yalnızca gericiler, bu modern uluslar göçünün ilerici önemine gözlerini kapatabilirler.

Sermaye boyunduruğundan kurtulma, kapitalizmin ileri gelişmiş hali olmadan ve ona dayalı sınıf mücadelesi olmadan imkansızdır. Ve bu mücadelenin içine kapitalizmin tüm dünyadaki emekçi halk kitlelerini çekmesi, yerel hayatın küflülüğü, huysuz alışkanlıklarını kırması, ulusal engelleri ve önyargıları yıkması, tüm ülkelerdeki işçilerini büyük fabrikalarda ve madenlerde Amerika, Almanya ve diğerlerinde birleştirmesidir. 

Lenin daha sonra, kapitalizmin eşitsiz gelişiminin oluşturduğu göçün ekonomik temelini inceler. ABD ve Almanya’dan gelen göçmen istatistiklerine dayanarak işçi göçünün büyümesinin sürekli arttığını, ancak yapısının 1880-1890’dan başlayarak değiştiğini göstermektedir. Oysaki, bir önceki dönemde, Avrupa göçü öncelikle kapitalizmin en hızlı geliştiği “eski medeni ülkelerden” (İngiltere ve Almanya) geliyordu, şimdi ise Amerika'nın ve diğer gelişmiş kapitalist ülkelerin (Doğu Avrupa’nın başını çektiği) ihtiyacını karşılayan artan sayıda kalifiye işçi ile gelişmiş “kapitalist ülkeler”den geliyor. Sosyal hayatın her dalında, diğerlerinden daha çok feodalizmden kurtulanları muhafaza edenler sanki medeniyet içinde zorunlu eğitim görüyor.

Lenin, ekonomik seviyeden politik düzeye geçişi, Rus işçilerinin bu anlamda en geriye dönük olmaları durumunda, burjuva girişimlerinin ırk çizgileri boyunca bölünme girişimlerine karşı mücadelede daha gelişmiş olduklarını belirtiyor: “Ancak, nüfusun geri kalanıyla karşılaştırıldığında, bu geri bırakılmışlık ve barbarlık durumundan […] ve diğer ülkelerin çalışanlarıyla özgürleşme için uluslararası güçte bir araya geldiklerinden daha yakın olan ve diğerlerinden daha fazla olan Rusya işçileridir. 

Göç ve emperyalizm

Göçmenliğin öncelikli olarak ortaya koyduğu iki yönlü sorunu daha iyi göstermek için makaleyi Lenin'den uzunca alıntıladım: Ekonomik nedenleri ve kapitalizm tarihi içerisindeki dönüşümleri ve proleter mücadele üzerindeki politik etkileri sorunu.

Emperyalizm’i yeniden okumak yeterlidir: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, bu sorunların büyük önemine ikna olmaktır. Bu çalışmada, Lenin - çok daha geniş bir biçimde - emperyalizmin temel bir yönü olarak işçilerin göç etmedeki eğilimini tersine çeviriyor: Üretici güçlerin ilerleyişinde eş zamanlı çelişkilerin olduğu “parazitizm ve kapitalizmin bozulması” aşaması ve emperyalist ülkelerin sınıf yapısında bir dönüşüm (“emek aristokrasisinin” oluşumu ve üretici sayısındaki nispi düşüş). Bu özellikler organik olarak bağlantılıdır ve Lenin’i, olumsuz sonuçlar olarak anlaşılan politik sonuçlarının (“emperyalizmin işçileri bölme eğilimi, aralarındaki oportünizmi güçlendirme ve işçi sınıfı hareketinde geçici olarak çürümeye neden olma eğilimi” gibi) altını çizmeye zorlar. 

Lenin’in analizi, kesin olarak çözülmeden bir dizi teorik ve pratik problem açtığı için her zamankinden daha zamanındadır. Bizi göç etmeyi düşünmeye zorlar - göçmen işçilerin yaşam ve çalışma koşulları - emperyalizm teorisinden başlayarak güncel göçmenlik biçimlerinin dışındakileri anlaşılmaz kılar. Göçün nedenleri ve etkileri hakkındaki somut bilgiler karşılıklı olarak emperyalizm anlayışına yani kapitalizmin bugünkü aşamasına doğru yol gösterici bir konudur.

Marks'a atıfta bulunan Jean Bruhat, endüstriyel kapitalizmin kökenlerinden bu yana işçilerin kendi aralarındaki rekabetin önemini göstermektedir; fakat bu rekabet tesadüfi ya da ikincil bir fenomen değildir, bireysel emekçilerin kitlesine karşı emek güçlerinin “özgür” satıcıları olan (giderek yoğunlaşan) üretim araçlarının sahiplerine karşı çıkan kapitalist üretim ilişkilerinin temelidir. Rekabet, emeğin gücünün sömürülmesi biçimi olarak ücretin temelini oluşturur ve yeni üretim ilişkilerinin devrimci gelişimi, komünist üretim ilişkileri yoluyla ancak onunla birlikte yok olur.

Bu rekabetin formlarının tarihsel olarak dönüştürüldüğü doğrudur ancak bu dönüşüm sadece “ulusal ücret oranının” daha düşük olduğu yerlerde, komşu ülkelerdeki periyodik işe alım uygulamalarının yerine geçiyor, işgücü piyasasının daha karmaşık bir “örgütlenmesi” ile aslında uluslararasıdır. Bazıları diğerlerine kıyasla, bazıları diğerlerine karşı “vasıflı” işçilerin büyük çoğunluğu eşitsizdir. Bu dönüşüm, yalnızca kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimidir.

İşçi sınıfı mücadelelerinin ve örgütlerinin büyümesinin, rekabetin etkilerini azaltma eğiliminde olduğu ve yeni işe alma, seçme, emek kullanımı yöntemlerini sürekli olarak aramaya zorlayan ve (burjuvazinin yalnızca aracı olduğu sermayeyi) zorlayan bir gerçek, yeni emek gücü kaynakları yani kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi, her gün devam eden sınıf mücadelesinin sonucudur.

Göç ve teknolojik devrim

Bununla birlikte bir adım daha ileri gitmek gereklidir: Bruhat'ın yine belirttiği gibi ücret etrafındaki mücadele (bazıları için ücretlerin azaltılması, ücretlerin diğerleri için korunması) birincil bir gerçektir. Ama hepsi bu değil. Kapitalist sömürünün gelişmesi için ücretler üzerindeki baskıyı, çalışma gününün uzamasını ve hem üretkenlik hem de emek yoğunluğunun artmasını mümkün kılan üretim tarzının kendisinin (teknolojik) dönüşümünü yakından birleştiriyor. Bu anın şu anki en acil sorularından birine değindik: Kapitalizmin kalıcı “sanayi devrimi”nin, özellikle OS işçilerinin mekanik ve elektronik endüstrilerindeki emeğinin etkileri.

Burada önemli bir nokta yatıyor: Eklektik bir biçimde sömürünün mekanizasyonla bağlantılı bugünkü yönlerini, emeğin “parselleşmesini”, yoğunlaşmasını ve işçiler arasındaki uluslararası rekabetle, göçle ilgili yönlerini ayrı ayrı incelememeliyiz. Bu yönler karşılıklı olarak birbirini şartlandırır. Gerekli olan yakın tarihli mücadelelerin kanıtladığı gibi önceden belirlenmiş aynı sürecin yönlerinin anlaşılmasıdır. Büyük emperyalist ülkelerin çoğunda, tesadüf değildir ki göçmen işçilerin çoğunluğu, üretim ve montaj hatlarında, şantiyelerde ve emek gücünün yoğun bir şekilde kullanıldığı ve korkutucu bir hızda kullanıldığı kamu işlerinde çalışıyor ve bu hızlandırılmış bir ciro gerektiriyor. Dikkate değer bir araştırmada, Jacques Frémontier açıkça göstermiş (ya da daha doğrusu işçilerin kendilerini göstermesine izin vermiştir) ki vasıflı işçiler ile yarı vasıflı işçiler arasındaki ayrım, çoğu zaman gerçek mesleki nitelikler ve hatta çalışma koşulları düzeyinde çok ince ya da yapaydır; sürekliliğini, “ulusal” ve “yabancı” işçiler arasındaki ayrımı büyük ölçüde yeniden çizdiği gerçeğinden almaktadır. Bu bakımdan, emperyalizmin özelliklerinin uluslararası üretim ilişkileri düzeyinde zorunlu olarak nasıl yansıtıldığının anlaşılması meselesidir. Yani şimdiki üretim sürecinde, kapitalizmin var olan üretici güçleri dönüştürdüğü biçimler ve üretimin özü içinde yer alan karmaşık sınıf mücadelesi biçimleri.

Komünistler ve göç

Bu değerlendirmelerin kısaltmasına rağmen proletarya ve örgütleri için göç sorununun radikal politik önemini şimdi anlayabiliriz.

Çağımızın yeni koşullarında göçmen işçilerin varlığı ve mücadeleleri, Marks ve Lenin tarafından sürekli olarak açıklandığı ve desteklendiği gibi işçilerin kurtuluş mücadelelerinin şartı olan enternasyonalizmi her zamankinden daha fazla kılıyor: Bu enternasyonalizmin daima en somut, organik yollardan kendini öne sürdüğünü iddia ettiler. Tüm ülkelerdeki işçilerin gelecekleri buna bağlı ve bundan böyle artık aynı düşmanla, yalnızca paralel bir biçimde savaşamazlar, herkes kendileri için ancak her yerde tek, birleşik, birleştirilen bir gücün “tarafsızlığını” sağlamalıdır. Bu nedenle emperyalizmin gelişimi yeni, daha yüksek bir enternasyonalizm biçimine ve işçilerin hareketi tarihinde yeni bir aşamaya yol açar.

Üstelik dikkatimizi çekerek sermayenin, işçilerin mücadelelerine karşı işçilerin sömürülmelerinin temeli olarak rekabeti geliştirmelerini mümkün kılan ardışık biçimler, göç sorunu bize; bir kez daha ve somut bir temelde işçi hareketinin ekonomizm tuzağına karşı sürekli bir mücadeleye neden olması gerektiğini gösteriyor. Sendikacı mücadeleye düzgün ve vazgeçilmez bir yer verilmesi, aynı zamanda, ulusal ve göçmen emekçilerin birleşik politik mücadelesinin sosyalist devrim için mutlak gerekliliğini göstermektedir ki bu, tek başına tüm sömürü biçimlerinin imha edilme ihtimalini açacaktır.

Lenin’den Bolşevik parti programının gözden geçirilmesiyle ilgili olarak Ekim 1917’den son bir kez alıntı yapacağım: 

Böylece, Yoldaş Sokolnikov’un taslağı hakkındaki analizimizi tamamladık. Onun önerdiği ve bence hangisinin benimsenmesi ve hatta geliştirilmesi gerektiğini söylediği çok değerli  ilaveye dikkat etmeliyiz. Teknik ilerleme, kadın ve çocuk emeğinin daha fazla istihdamıyla ilgili olan paragrafa, “geri bırakılmış ülkelerden ithal edilen vasıfsız yabancı işçilerin emeğinin yanı sıra” ifadesini de eklemeyi teklif ediyor. Bu ekleme değerli ve gereklidir.

Geriye kalmış ülkelerde daha kötü biçimde ödenen ücretli emeğin sömürülmesi emperyalizmin karakteristik özelliğidir. Bu sömürü, bir dereceye kadar, işçilerinin bir kısmına yüksek ücretle rüşvet verirken “ucuz” yabancı işçilerin emeğini utanmadan ve sınırsızca sömüren zengin emperyalist ülkelerin parazitliliğine dayanıyor. Daha kötü ödeme” ve ayrıca “sık sık haklardan mahrum” kelimeleri eklenmelidir; “medeni” ülkelerdeki sömürücüler ithal edilen yabancı işçilerin hiçbir hakkı olmadığı gerçeğinden her zaman faydalanırlar. Bu, genellikle Rusya'dan ithal edilen işçiler açısından Almanya'da görülmektedir. İtalyanların İsviçresi’nde; İspanyollar ve İtalyanlar’ın Fransası’nda…

Burada Lenin’in görüşüne göre nihayetinde tüm milletlerden işçilerin gerekli birlikteliklerini oluşturabilecekleri siyasi mücadele ve örgütlenme alanına girdiğini görüyoruz.

Ancak bu birlik kendiliğinden kazanılmaz, emperyalizm tarafından geliştirilen sömürü ilişkilerine karşı ve zor bir politik ve ideolojik mücadele pahasına kazanılmalıdır. Her zamankinden daha fazla, Marks’ın sloganına göre farklı ülkelerin proleterlerinin ulusal mücadelelerindeki komünistlerin temel amacı budur. Komünistler tüm milletten bağımsız olarak tüm proletaryanın ortak çıkarlarına dikkat çeker ve öne çıkarır ve işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinin nüfuz etmesi gereken çeşitli gelişim aşamalarında, her zaman ve her yerde hareketin bir bütün olarak çıkarlarını temsil ederler.

Göçmen işçilerin önderlik ettikleri formlardaki mücadelelerin gelişimi ile karşı karşıya şekilde ve bütün zorluklarıyla birlikte “sol oportünizm” göçmenlikte “gerçek” proletaryayı, proletaryanın efsanevi bir fikrinin gerçekleşmesini görmek istiyor: Sol oportünizm bölünmeleri yüceltir ve onları sermayenin nihai yararına göre güçlendirir. Kendi tarafında “sağ” oportünizm, bu bölünmelerin gerçekliğini inkar eder, emperyalizmin işçi sınıfı içinde geliştirdiği bu çelişkileri, göçmenleri kaderlerine bırakır veya basit bir ekonomik, hukuki ve sosyal eşitsizlik problemi oluşturduğunu düşünür, sadece en “dezavantajlı” olanların çoğunun iyileştirilmesi için çağrıda bulunur. Biz komünistler, karşımızdaki bu çelişkileri eylemlerimizin her birinin üstesinden gelmek istediği hedeflerimizin nedenlerini ve sınırlarını belirlemek için daha iyi görüyoruz. Böylece tüm işçi sınıfının, muazzam bir devrimci enerjinin serbest bırakılmasını, kurtuluşa doğru büyük bir sıçramayı ümit edebileceğini biliyoruz.

*Bu yazı Viewpoint Magazine adlı internet sitesinde, 1973 yılında Etienne Balibar tarafından kaleme alınan metnin Patrick King tarafından yapılan İngilizce çevirisinden çevrilmiştir.

Çeviri: Öznur Eraslan